Vahşi kapitalizmin bir örneğini vermemiz istenseydi en somut olanının ülkemizde yaşandığını gösterirdim. Parayı ve maddiyatı önceleyen politikaların bizi getirdiği en son yer her şeyin satılık hale gelmiş olması. Ülkemiz yağmalanan büyük bir hipermarket gibi. İnsan onuru satılık, gazetecisi satılık, siyaseti meslek edinen bir kısım tipler satılık, Kızılay'da çadır satılık, barbunya satılık, bağışladığımız kan satılık, dereler, ormanlar kentler satılık; eğitim parayla, sağlık parayla, güvenlik parayla, kariyer parayla, profesörlük unvanı parayla.

1950’lerde anlatılan Küçük Amerika hayalimiz nihayet gerçekleşti. Sosyal devletin sosyali gitti, elimizde sadece devleti kaldı. Hem de isim anlamında "iki devlet" birden hayatımızın içinde debelenip duruyor.

13 milyon yıldır tektonik hareketlerin sebep olduğu Anadolu coğrafyasındaki depremleri getirip "kader çizgimize" bağlamak bu ülkenin kaderi olamaz, olmamalı. Bilimi, teknolojiyi, aklı ve eğitimi rehber edinmeyen her toplum yıkılıp gitmiştir. Japonlara kader olmayan deprem, bize de kader olamaz.

"Depremin ilk iki günü devlet yoktu" diyenler neredeyse vatan haini ilan edilecekler. İlk gün sosyal medyamda "Askeri güçler ve madenciler neden gelmiyor?" diye sordum, yediğim küfürlerin haddi hesabı yok. Neymiş, bugün bu sorular sorulur muymuş? Deprem bittiğine göre şimdi soralım. NATO’nun ikinci en büyük ordusuna sahip Türk Silahlı Kuvvetleri’ni neden sahaya çıkartmadınız? Ordunun elinde havadan tank sevkini yapacak büyüklükte uçaklarımız varken neden iş makinelerini oraya zamanında taşımadınız? Madencileri ilk gün hava koridoru kurarak askeri helikopterlerle neden taşımadınız da otobüslerle gönderdiniz? Savaş zamanına göre hazırlanmış sahra çadırlarını kurarak acil müdahaleyi neden yapmadınız? O çok sevdiğiniz inşaatçı markalı müteahhitlerinizin elindeki inşaat makinelerini neden zamanında göndermediniz? Tüm illerde bunca inşaat ustası varken neden hemen örgütleyip deprem bölgesine yönlendirmediniz? İlk 48 saatin yaşamsal olduğunu bildiğiniz halde, enkaz altında acı ve soğuktan ölüme terk ettiğiniz bebeklerin, çocukların ve tüm ailelerin vebalini nasıl taşımayı düşünüyorsunuz? 85 milyon insanın gözünün önünde enkaz altında diri diri insanların ölümünü beklediniz ve bağıra bağıra öldüler. Elbette felaketler ne ilk, ne de son olacaktır. Bizde de, başka yerlerde de hep yaşanacaktır. Yerbilimciler yıllarca, aylarca fay hareketlerini işaret etmelerine rağmen neden kulağınızın üstüne yattınız? Bunca zamandır topladığınız 88 milyarlık deprem vergilerini nereye harcadınız, bir döküm vermeyi düşünüyor musunuz?

Deprem bölgesinde "devlet nerede" diyenleri aforoz ediyorsunuz. Devlet nedir? Devlet aynı coğrafyada yaşayan insanların dil, din, kültürel ve siyasal olarak oluşturdukları örgütlenmiş tüzel kişiliğin adıdır. Devlet kutsal değildir, kutsal olan yaşama hakkıdır. Devleti her şeyin üstünde tutarak, onu tabulaştırıp baskı aracı haline getirdiğinizde onun adı devlet değil, faşizm oluyor. Millet devlete değil, devlet millete hizmet etmek zorundadır. Yanlışları söyleyenler üzerine günlerdir medyada, basında terör estiriliyor. Neymiş; devlete karşıymış bu insanlar. Siz önce devlet ile iktidar arasındaki farkın ayırdına varmalısınız. İktidar devlet değildir, bir yürütme organıdır. Bu nedenle yürütme organının faaliyetlerine yapılan eleştiriyi devlete yapılmış olarak çarpıtmak en hafif tabirle sahtekârlıktır.

Yüz binden fazla canımız gitti. Şehirlerimiz yerle bir oldu. Yüz binlerce sakatımız, kayıp çocuklarımız, kayıp insanlarımız var. Peki, sorumlu kim? İlaç için bir istifa olmaz mı? Yok, olmaz! Çünkü suratlar arsızlaşmış. Yürekler nasırlı, gözler kör, kulaklar sağır. Sadece yönetenlerde değil, toplumun önemli bir kesimi de yukarıdan aşağıya aynı duygu durum ve kişilik bozukluğu içinde, ruhu ve vicdanı içinden çekilmiş boş bedenler gibi. Seçilen iktidarların hata ve suçları varsa en az onları seçenler de suça ve sorumluluğa ortaktırlar. Seçilenlerin günahlarına seçenler de paydaştır. Eğer içinizde bir dirhem bile kaldıysa bu vicdan ağrısından kaçamazsınız.

Sözcüklerin karşılığının olmadığı, çığlığın beton yığınlarının altında kaybolup gittiği günler yaşıyoruz. Kimilerinin yürekleri sağır, dilleri kilitli, insanlık onurları iktidarın gücüne tahvil edilmiş. Sağduyusunu kaybetmiş ve çökmüş bir siyasi irade, başarısızlığının tüm öfkesini kendisini eleştirenlerin üzerine boca ediyor. Yaşadığımız rejimin adını koyalım artık, tekraren yazıyorum, bu bir faşizmdir. Analiz yapmaya, kavramlara, uzun araştırmalara gerek yok. Bir faşizm sarmalında kıvranan toplum çıkış yolları arıyor. 21 yıldır sistemli bir şekilde dönüştürülen, değiştirilen toplum, ruhen ve sosyolojik olarak bölünmüş durumda. Kim böldü bizi? Bölücülük sadece toprak bölmek midir? Türk Dil Kurumu’na göre bölücülük, bir topluluğu, birliği parçalama, bölücü olma durumu, arabozuculuk olarak tanımlanmış. İsteniyor ki insanlar bir araya gelmesin, toplanmasın, konuşmasın, gösteri ve itiraz etme hakkını kullanmasın. Bu nedenle aklımızı zorlayacak her alanda yasakçılıkla karşı karşıyayız.

Bu süreçte bir şeyi net olarak gördüm. Çürüme sadece yönetim şeklinde, kurumlarda olmamış. Kimi seçmenlerde ve "normal" görünümlü insanların da vicdanları çürümüş. Bir insan dilediği düşünceye sahip olabilir. Farklı bakış açılarındaki siyasi tercihleri de olabilir. Ancak topluiğne başı kadar vicdan muhasebesi yapmadıklarını, empati yeteneklerini tümden kaybettiklerini gözlemleyince ürktüm. Çünkü buradan ötesi yok. İnsanlık vicdanı körelmişse her türlü ahlaksızlığın, yozlaşmanın, akıldışılığın onay görmesi doğallaşıyor. Bu toplumu bekleyen en büyük tehlike de bu görünüyor. Bu nedenle "dayanışma", "bir arada olma" durumu iktidar ve taraftarlarında müthiş bir nefretle karşılanıyor. Birlikte ve dayanışma içinde olmayı sadece kendi düşüncesine katılma, biat etme olarak algılıyor, bu da çatışmayı doğuruyor.

Son söz olarak, "Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkedeki insanların nasıl öldüğüne bakınız" diyor Albert Camus. Sizce biz yıllardır nasıl ölüyoruz? Şu andan itibaren yaşayanlarımız canlı mıdır, yaşayan birer ölüler mi? Acının acıya, öfkenin öfkeye düğümlendiği coğrafyamızda yaşananlar hepimizin sabrını test ediyor.

Bu felaketi dayanışarak aşacağız. Kucaklaşarak, anlaşarak, yardımlaşarak ve birbirimize tutunarak aşacağız. Dileyelim hayat bize, ne enkazın altında, ne ülkenin üstünde böylesi cehalet enkazını bir daha yaşatmasın. Çünkü kişisel seçimlerimiz geleceğimizdir. Başka yurdumuz yok.