Gün geçmiyor ki gazetelerin manşetlerinden ve haberlerden olağandışı ve yürekleri kanatacak şekilde cinayet haberleri işlenmiyor olsun.

Adam eşine şiddet uyguluyor, öğretmen öğrencisine.

Polis vatandaşa şiddet uyguluyor, baba oğluna, bazen oğul babaya.

Usta çırağına şiddet uyguluyor, âşık erkek kız arkadaşına.

Şiddetin boyutu o kadar farklılaşmış durumda ki, minibüse binen körpecik bir genç kızı vahşi duygularla katlediyorlar.

Kartopu oynarken camına kar geldi diye gazeteci öldürüyorlar; adam hâlâ haklı olduğunu savunmaya çalışıyor.

Tüm ülkeye faaliyetleri ve duruşu ile örnek olması gereken Meclisimizde, hem de canlı yayınlar eşliğinde birbirlerinin kemiklerini ve kafalarını kıracak kadar gayrı medeni davranışlarda bulunuyorlar.

 

Peki ne oluyor bu insanlara?

Bu toplumsal cinnet hali nereden çıktı ve nerede duracak?

Uygar dünyada beşeri ilişkiler medenileşirken, bizim ülkemizde konuşmanın, iletişim kurmanın yerini neden sağırlar diyaloğu alıyor.

Konuşamıyoruz, birbirimizi dinlemiyoruz.

Empati yeteneğimizi bütünüyle kaybetmiş durumdayız.

Çünkü adalet ve hukuk işlemiyor, pas tutmuş durumda. Hukukun çözemediğini vatandaş kendi adaleti ile çözme eğilimine girdikçe, bireysel şiddet meşru hale geliyor. Hem yurdumuzda, hem bölgemizde şiddet yolu ile sonuca gitmek bir yaşam tarzına dönüştü ve en tehlikelisi de toplum tarafından kanıksandı.

Ne yazık ki bireylerarası ilişkilerde fiziken en zayıf halka olarak görülen ve eve hapsedilmeye uygun koşulların kol gezdiği kadın, şiddete en çok maruz kalan oluyor. Kadın mülkiyeti üzerinde hak iddia etme ilkelliğini barındıran erkek egemen söylemler, kadının özgürleşmesini ve bir insan olarak eşit koşullarda var olma savaşını yok etmeye çalışıyor.

Onlara şiirler yazdığımız, uğruna şarkılar okuduğumuz, romanlar yazıp filmler çektiğimiz kadınlarımızı hayattan koparmak, üretimin ve sosyal hayatın dışına itmek bir kadın sorunu değil, bir erkek sorunudur, bir hukuk ve insan hakları ihlali sorunudur.

Faili meçhul cinayetler bir türlü çözülemiyor. Vatandaş adaletin tecelli edeceğine inancını kaybettikçe kendi kör adaletini uyguluyor ve acılar yaşanıyor.

 

Toplum mutsuz.

Sokaktaki insanların uzun süreden beri yüzleri gülmüyor.

İnanılmaz bir hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlük var.

Gelir dağılımdaki uçurum derinleştikçe aynı oranda insanlar arasındaki ilişkiler de derinleşiyor.

Güvenmek eylemi yerini şüpheye, hatta güvendiğin için saf yerine konulmaya terk etmiş durumda.

Etrafımızda yalan ve riyakârlık kol geziyor. Ahlak yozlaşmış, para sözün ve onurun tahtını çoktan ele geçirmiş halde.

Gençlerimizin gelecekle ilgili umutları yok denecek kadar az.

Her köşe başında uyuşturucunun varlığı kurumsallaşmış, çocuklarımız gözlerimizin önünde ölüp gidiyor.

Kadına şiddeti anlamak için, bu yaşanan travmatik toplumsal cinneti analiz etmek için yukarıda saydığım gerekçelerin iyi anlaşılması lazım.

Şiddeti üreten iklim, iktisadi ve sosyal dokunun bozulduğu toplumsal düzendir.

Ahlaki yozlaşma ve değerlerin erozyona uğraması, Anadolu’nun o güzelim geleneklerinin yerini küresel kapitalizmin yoz ahlakının almış olması hepimizi delirtiyor, farkında değil misiniz?

 

Başta ülkemizi yönetenler olmak üzere, hiç umudumuz  yok ama politikacılardan başlayarak kavgadan, hakaretten, aşağılamaktan, ötekini yok saymaktan, acıları ve ölümleri yarıştırmaktan kaçınarak acilen hoşgörüyü ve sevgiyi egemen kılmamız lazım.

Hukuk ve adaleti, yaratılan gayri safi milli hasılanın paylaşımındaki adil dağılımı, demokrasiyi sadece kendimiz için değil hepimiz için istemeyi, ötekinin adaletini kendi adaleti olarak görmeyi, devleti bireyleri kontrol eden bir araç olarak değil, vatandaşının hayatını kolaylaştıran ve konforunu artıran bir aygıt olarak işletebildiğimizde şiddet azalacaktır.

Şiddet varsa düşünce küçülür.

Şiddetin ve ölümlerin olmadığı başka bir Türkiye, başka bir Dünya’yı yaratmak hepimizin ortak amacı olmalıdır.

Kadınlarımız ve gençlerimiz ölmesin istiyorsak, akşam aynada kendinize bir bakın ve otuz dakika kendinizi sorgulayın ve şu soruyu kendinize sorun.

Ben kimim?

Yeteri kadar insan mıyım?

Yeteri kadar karşımdakini anlıyor muyum?

Yeteri kadar ülkemin iktisadi ve siyasi sorunlarına karşı duyarlı mıyım?

Ülkem ve içinde bulunduğum toplum için ne yapabilirim?

Sorunun çözümü, sorunuzun çözümünde saklı, siz çözdüğünüzde her şey çözülecektir.