31 Mart yerel seçimlerinin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Seçim sonuçlarını değerlendirerek izlenecek yol partilerin gündemi olması gerekir. AKP, 31 Mart’tan gerekli dersi almamış olacak ki, her gün daha bir hırçınlaşma ve baskıcı bir davranış içerisine girmekte.

DEM Parti’nin yanı sıra CHP’li belediye başkanlarını da şafak operasyonları ile gözaltına almalar ve tutuklamalar demokrasi adına gelinen noktanın özetidir. Hedef, CHP’dir; bunu artık herkes biliyor.

Bu arada düşman iki kutuptan birbirlerine övgüler...

Hayırdır; bayram değil seyran değil misali... Bir de böyleleri için söylenmiş bir özlü söz vardır; o da benden gelsin bari: Eğer düşmanın seni övüyorsa, sende bir puştluk var demektir. Bu durumda övgüde olduğu gibi, puştlukta da karşılılık var.

Baharın ilk günlerindeyiz. Mart, nisan ve mayıs, bahar aylarıdır. Gelin hep birlikte 65 yıl öncesine, 1960 yılına dönelim ve tarih sayfaları neler söylüyor bakalım:

...aynı yıl CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’e karşı Çanakkale’de, Geyikli’de olaylar düzenlendi. 1960 ilkbaharında Yeşilhisar olayı oldu. İnönü’nün oraya gitmek istemesi Kayseri olaylarına yol açtı. Muhalefet gezilerini zorbalıkla, korkutarak, yıldırarak önleyemeyen DP iktidarı, bu kez sorunu kökünden çözmeye kalkıştı. 12 Nisan 1960 günü DP grubunun yayımladığı bildiri CHP’yi “silahlı ve tertipli ayaklanmalar hazırlamakla”, bir kısım basını da bunu yalan ve çarpıtılmış haberlerle desteklemekle suçluyor ve üç ayda işini bitirecek bir Tahkikat (Soruşturma) Komisyonu’nun kurulması yönündeki kararın alındığını açıklıyordu. 18 Nisanda DP’nin önergesi TBMM’de kabul edildi.

Kurulan ve hepsi de DP’li olan 15 kişilik Komisyon, ilk iş olarak 3 şeyi yasakladı:

  • Partilerin tüm etkinlikleri (fakat soruşturulacak olan yalnızca CHP idi),

  • Partilerin tüm etkinlikleri ile ilgili yayınlar,

  • TBMM'de Komisyonla ilgili görüşmeler ve bunlar hakkında yayınlar...

İnönü o gün TBMM’de iki konuşma yaptı. Kendilerinin ihtilalden gelip demokrasiye geçtiklerini, ihtilal yapmalarının olanaksız olduğunu, kurulacak komisyonun gayrimeşru olduğunu, TBMM’nin üstünde bir baskı düzeni getireceğini, bu durumun kendileri dışından kaynaklanan bir ihtilale yol açacağını söyledi.

Ve ünlü cümleleri:

“Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam... Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır.”

Bu konuşmaları yayımlamak yasaktı. Buna rağmen Ulus ve Demokrat İzmir gazeteleri aynen bastılar, bu ve başka yollardan ülkenin her yanına dağıldı. CHP boyun eğmek niyetinde değildi. İnönü bunu açıkça Meclis’te söylemişti. Bir de bunalımdan çıkmanın yolunu göstermişti: Demokrasinin gereklerine uyarak dürüst bir seçim yapmak. Ama Menderes “ihtilal olabilir” uyarısını, “bunlar ihtilal yapmak istiyor” biçiminde yorumlayarak DP grubunu daha şiddetli önlemler almaya ikna etti.

27 Nisan 1960 günü çıkarılan ve Tahkikat Komisyonu’na olağanüstü yetkiler tanıyan yasa, Komisyonu, her türlü yayınları yasaklamaya, süreli yayınları ve basımevlerini kapatmaya, her türlü siyasal etkinlikler konusunda ve soruşturmanın selameti için önlem ve karar almaya, bu amaçla hükümetin bütün olanaklarından yararlanmaya yetkili kılıyordu. Komisyonun önlem ve kararlarına “her ne suretle olursa olsun muhalefet edenler”, 1-3 yıla kadar ağır hapis cezasına, gizli olan soruşturma konusunda açıklama yapanlar 6 ay ile 1 yıl arasında hapis cezasına çarptırılacaklardı.

Komisyonun çalışmaları ceza usulündeki ilk soruşturma niteliğinde olacaktı. Buna karşı İnönü şöyle diyordu:

“Biz tedbiri aldık. Bu tedbiri yürüteceğiz diyorsunuz... Gayrimeşru baskı rejimine girmiş olan idarelerin hepsi böyle demiştir... Bu tedbire teşebbüs eden baskı tertipçileri zannediyorlar ki: Türk Milleti’nin Kore Milleti kadar haysiyeti yoktur.” (Kore diktatörü Rhee, öğrenci ve halk gösterileri karşısında, 21 Nisan 1960’ta istifa etmek zorunda kalmıştı.)

Bu konuşma karşısında Meclis, İnönü’ye 12 oturum Meclis’e katılmama cezası verdi.

Ertesi gün (28 Nisan) İstanbul Üniversitesi öğrencileri büyük bir gösteri yaptılar. Polis çaresiz kaldı, ordu birlikleri çağrıldı. Bir öğrenci öldü, 40 kişi yaralandı. Rektör Sıddık Sami Onar tartaklandı. Hükümet sıkıyönetim ilan etti, üniversite tatil edildi. Yayın yasağı getirildiği için olaylar kulaktan kulağa abartılarak aktarıldı.

Ertesi gün Ankara’da Siyasal Bilgiler ve Hukuk öğrencileri gösterilere başladılar. Polis başa çıkamayınca ordu birlikleri geliyordu. İktidar sertleştikçe sertleşiyordu. Menderes radyoda konuşmalar yapıyor, Ege’ye gidip İzmir’de kendisini karşılayan kalabalıklar karşısında maneviyat yükseltiyordu.

Bayar, Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in 30 Nisan’da yaptığı hükümetin istifa etmesi tavsiyesine “Hayır, tenkit zamanı geçti. Şimdi tenkil (örnek ceza, ortadan kaldırma) zamanıdır,” diyordu. Oysa ordudan işaretler geliyordu. Emekli olmak üzere izne ayrılan Kara Kuvvetleri Kumandanı Cemal Gürsel, Millî Savunma Bakanı Ethem Menderes’e yazdığı mektupta Cumhurbaşkanı ve hükümetin değişmesi gerektiğini söylüyordu.

21 Mayıs günü Harb Okulu öğrencileri Atatürk Bulvarı’nda yürüyüş yaptılar. Düşünülen tek çare, Harb Okulu’nu en kısa zamanda tatile göndermek oldu. DP Genel İdare Kurulu’nun ve DP Meclis Grubu’nun Menderes’i tuttuğu yoldan geri çevirmek için yaptıkları girişimler de onu etkilemedi.

Böylece 27 Mayıs 1960 darbesine gelindi.

Bugün de Atatürkçü teğmenler ordudan atılıyor, tarikat şeyhleri her alanda cirit atıyor. Gazeteciler, siyasiler sorgusuz, hukuksuz cezaevlerindeler.

Baharın ilk günlerini yaşadığımız şu günlerde yine bir bahar şahlanışı yaşamıştık. Anımsarsınız; İstanbul seçimleri iptal ettirilmiş, yenilenmesine karar verilmişti. Ekrem İmamoğlu’nun “her şey çok güzel olacak” çağrısı İstanbul için gerçekleşmişti.

Tarihi unutmamak, ara sıra tarih sayfalarına bakmakta yarar var diye düşünüyorum.