6 Şubat depreminin üzerinden iki yıl geçti. Binlerce aile bu soğuk günlerde konteynır evlerde, barakalarda yaşam mücadelesi veriyor.

Ekonomik sıkıntılar içinde milyonlarca ailenin de aslında depremzedelerden farkı yok. Saray’da her şey güllük gülistanlık, çarşıdan pazardan bihaber yaşıyorlar.

Bu manzara bana 4 Ekim 2002'de yazdığım bir köşeyazımı anımsattı. Yazımı aynen paylaşıyorum.

Anlayana!

Şevket Süreyya Aydemir (Tek Adam, Cilt III, s. 515-517), Atatürk ve Mussolini ile ilgili bir anıyı anlatıyor. Özetle şöyle:

Mussolini, Roma'daki faşist mitinglerinde havaya kalkan elini Roma’nın doğusuna çevirerek azametli bir tehditle "Mare nostrom" ("Bizim deniz") diye haykırır.

Atatürk bu harekete çok sinirleniyordu, "Ben savaştan korkarım. Çünkü savaşı bilirim. Ama Mussolini korkmaz, çünkü savaşı bilmez" derdi. Mussolini'den kuşkuluydu, "Bu adam bir gün bana çizmelerimi giydirmese?" diye yakınırdı.

Böyle karakış günlerinin birisinde Çankaya Köşkü'nde idiler. Lapa lapa kar yağıyordu. Köşkün salonu rahattı, sıcaktı. Konu Mussolini olunca, "Haydi çocuklar kalkın, Antalya'ya gidiyoruz, bu adama oradan cevap vereceğim!"

Otomobiller hazırlanır, herkes üzerlerine kalın bir şeyler alır, yola koyulurlar. Daha Ankara'yı çıkmadan bütün yollar kar içinde kalır, soğuktan arabalar ısınmaz. Atatürk'ün arabası önden Kırşehir'e vardığında hem bitkin, hem kırgındı. Bir konağa misafir edilir ama ihtiyaçları için bile yeterli değildir. Atatürk kızgın, arkada kalanların çoğundan hâlâ haber yoktur. Aynı maceralar devam eder ve trenle Ankara'ya dönülür. Antalya’da Mussolini'ye cevap kalmıştır. Bu maceranın sonunda Çankaya Köşkü'nün rahat, sıcak salonlarına dönülünce şu hikâye ile tamamlandı:

"Biz Harbiye'de öğrenci iken, okulun sobaları yanmazdı. Bütün kış titreşir dururduk. İdareye de derdimizi anlatamazdık. Bir gün arkadaşlar müdüre çıkmak için beni seçtiler. Müdür, Zülüflü İsmail Paşa isminde bir saray uşağı idi. Müsaade aldık, huzura çıktık. Dualar barz edildikten sonra işi anlatmak istedik ama, Paşa daha ilk cümlede kükredi; Ne soğuğu be! Nankörler! Padişah nimeti gözünüze, dizinize dursun... Görmüyor musunuz, sobalar nasıl da gürül gürül yanıyor, defolun buradan, yoksa... Gerçekten de müdürün sobası gürül gürül yanıyordu. Müdür, buram buram terliyordu, sıcaktan göğsünü, bağrını açmıştı ve zannediyordu ki bütün okulun sobaları da böyle yanar...

Çocuklar, biz Çankaya Köşkü'nde bazen galiba bu Zülfülü İsmail Paşa gibi kendimizi kandırıyoruz.