Maraş'tan bir haber geldi

Dediler ki Merik öldü

Keşke Merik ölmeseydi

Kırılaydı elim kolum

Oy Merik Merik Merik

Ben kurbanım sana Merik

Ben hayranım sana Merik

 

Soğuk bir kış gecesinde şubatın altısında saatler 04.17'yi gösterdiğinde felaketin haberi yayıldı Türkiye'ye, dünyaya. Anadolu'da yüzyıllardır acılara, felaketlere ağıtlar, türküler yakılmıştır ve yakılmaya da devam ediliyor. Sanki felaketler, acılar bu topraklar için kader olmuştur, yazgı olmuştur.

Böyle anılması da muktedirlerin, din tacirlerinin isteği ve sığınağıydı. Öyle ya, kader dersen ölenlerin neden öldüğünü, binaların neden ve nasıl yıkıldığını sorgulamayacaksın, hesap sormayacaksın.

Devletlerin bu tür afetler için (deprem bölgesi bir ülkede yaşadığımız için her an bir deprem olasılığı düşünülerek hazırlıklı olunması gereklidir) stratejiler oluşturulur, kurum ve kuruluşların neler yapacakları ayrıntıları ile belirtilir ve en az hasar ve kayıpla depremin önlenmesi amaçlanır.

On ili kapsayan geniş bir alanda 'geliyorum' diyen felaket geldi. Geleceğini herkes biliyordu, bilim insanları durmadan uyarıyorlardı. Dinlemediler, kulak ardı ettiler ve hatta aşağıladılar. Bilimi göz ardı ettiler, "Allah'ın izniyle bir şey olmaz" dediler. Yıkılan binalar, yaralılar, ölenler, yağma, soğuk vardı, acı vardı.

Olması gereken Kızılay, güvenlik güçleri, sivil savunma ekipleri yoktu. AFAD'dan gelenler oldu müdahale için, teçhizat yoktu, iki gün süreyle devlet yoktu, ihmal vardı, koordinasyon yoktu. Belediyeler (özellikle CHP'li belediyeler) organize olarak yardım ulaştırdılar ve ulaştırıyorlar. Destek yerine, engelle karşılaştılar. Madencilerin ulaşması iki günü buldu.

Maraş'tan bir ses geldi, yürekler yandı, herkes duydu, duyması gerekenler duymadı...

Depremin ilk günü söylemiştim; bilim ve aklı göz ardı ederseniz bu felaketler kaderiniz olur.

Kadere razı olmayın.

Maraş'tan bir haber geldi,

Dediler ki insanlar öldü.

Keşke akıl – bilim olaydı,

İnsanlar ölmeseydi.

Akıl ve bilimle yönetilen günler görmek dileği ile.