Kirlenmemiş olanlara...

Cevat Turan

28-09-2016 18:30

Sabah güneşinin kızıl damlacıkları, köy evlerinin çatılarında kristal parlaklığında yansırdı.

Uyanan sadece güneş değil, tüm doğa, çiçekler, horozlar, sevinçle dört bir yana koşan köpek yavruları, hemen ötede akan dere kenarlarında cıvıldayan kuş sesleri yeni bir günün doğuşunu muştulardı.

Henüz büyümemiş ve bu kadar kirlenmemiştik...

 

Büyük köy avlusunda kalabalık bir yaşamın heyecan verici coşkusu berrak ve çağlayan bir su gibi umutlarımızda sessizce akardı.

Tüm kardeşler toprağın canına can katmanın, bir verip bin almanın, alınlarının terini onun tam göğsüne akıtıp mahsule değer katmanın isteğiyle koşuşturup dururlardı.

O zamanlar hepimiz yaşıyorduk, henüz bu kadar ölmemiştik...

 

Geniş toprak avlunun süpürüldükten sonra suyla hafifçe ıslatılmasının çıkardığı taze toprak kokusu, ilkbaharın tüm ciğerlerimize kadar nasıl da yaşamı taşıdığının işaretiydi.

Geniş köy avlusunun kıyısında kimbilir kaç yıldır durmaktan yorgun düşmüş, kuru çınar ağacındaki paslı çiviye takılı eski radyoda tanıdım ilk kez onların sesini.

Babamın pala bıyıklarını burkarak göğe doğru sigarasını tüttürdüğü ve hafifçe mırıldanarak eşlik ettiği ezgili yüreklerin, kocaman Anadolu olmasıydı çocukluğumuzda.

Orası Anadolu’ydu, onurluydu ve henüz bu kadar eğilmemiştik...

 

Kimbilir kaç bin yıldır süregelen bir kültürün, Karac’oğlanın, Pir Sultan’ın, Dadaloğlu’nun, Köroğlu’nun ve Şeyh Bedreddin’in, adını hiç bilmediğimiz ama ağıtlarımızda, coşkularımızda dilden dile, yürekten yüreğe çağlayarak akıp gelen türkülerimizin ‘son abdal’ını dinlerdim her sabah o eski radyodan.

Ne güzeldi “Acem Kızı”, “Yalan Dünya” ve tüm özgün sesiyle Anadolu bozlakları.

Türküleri onlarla sevdim.

Hasretleri onların türküleriyle özdeş gördüm.

Yıllarca dudaklarımda mırıldandığım ezgiler... Acımda ve hüznümde yüreğimin dört bir yanına taht kuran bizim türkülerimiz...

Burası onurumuzla, barış ve kardeşçe yaşayacağımız bizim yurdumuzdu; henüz bu kadar değişmemiştik.

 

Halkına yabancılaşmayan ozanları...

Anadolu bozlağının ve ezgili türkülerin sesi Neşet Ertaş, Mahsuni ve niceleri...

Bize türküleri sevdirdiniz, sizlere ne çok şey borçluyuz bir bilseniz...

DİĞER YAZILARI Deprem kaderimiz değildir! 01-01-1970 03:00 Ne yapmalı? 01-01-1970 03:00 1 Eylül hangi dünyanın barış günü? 01-01-1970 03:00 Oltanın ucundaki balık: Ukrayna 01-01-1970 03:00 Yaşıyorsam anlamalıyım 01-01-1970 03:00 Çok denklemli Kürt sorunu 01-01-1970 03:00 Çorum Valisi'ne açık mektup! 01-01-1970 03:00 Siz kimsiniz ve fikri iktidar! 01-01-1970 03:00 Corona sonrası Diyanet İşleri Başkanlığı 01-01-1970 03:00 Senin adın Deniz... 01-01-1970 03:00 Anarşist olmanın kemik yaşı tespiti 01-01-1970 03:00 Gençlik nerede? 01-01-1970 03:00 Gıda terörü 01-01-1970 03:00 Tam bağımsız Türkiye mi (!) 01-01-1970 03:00 Devlet ve birey 01-01-1970 03:00 Gitmek özgürleşmek midir? 01-01-1970 03:00 En büyük güç ve silah, eğitimli insandır 01-01-1970 03:00 Fidel ve Küba'da gördüklerim 01-01-1970 03:00 Çobanına âşık olan koyunlar 01-01-1970 03:00 Avrupa Birliği hedefi neden gerekli? 01-01-1970 03:00 Yalnız ölüm 01-01-1970 03:00 Hayat nedir ki yalnızlıktan başka? 01-01-1970 03:00 Yoksulluk ve algı yönetimi 01-01-1970 03:00 Bir sonbahar daha 01-01-1970 03:00 Eylül 01-01-1970 03:00 1 Eylül Dünya Barış Günü 01-01-1970 03:00 Ne olacak bizim bu saf solcuların hali? 01-01-1970 03:00 Vah benim garip ülkem! 01-01-1970 03:00 Darbenin romanını yazdım! 01-01-1970 03:00 Sevdaya dair ne varsa 01-01-1970 03:00 Demokrasi yenir mi? 01-01-1970 03:00 Bir tuhaf durum! 01-01-1970 03:00 Bir yolculuk düşlemiştim oysa 01-01-1970 03:00 Sahi siz kimsiniz? 01-01-1970 03:00 Toplumsal cinnet = Kadına şiddet 01-01-1970 03:00 Başkalaşmak 01-01-1970 03:00 Silahlanma ve açlık 01-01-1970 03:00 Size rağmen birlikte yaşayacağız 01-01-1970 03:00 Tutunacak iyi bir şey arıyoruz ama yok! 01-01-1970 03:00