Kanal İstanbul tartışması ve son gerçekler

Atilla Aytemur

31-12-2019 18:03

Kanal İstanbul hakkında 2018 yılının ortalarında bazı internet gazetelerinde yayınlanmış üç bölümlük yazımı, konu yeniden gündem olup sert tartışmalara ve ciddi toplumsal saflaşmalara konu olunca, okurların ilgisine yeniden sunmak amacıyla bu ayın ilk üç haftasında Son Medya’da da yayınladım.

Bir süre sonra reklam sektöründen bir okur mektup göndererek “ Her konuya ideolojik gözlükle bakılmasından, slogancı itiraz sergilenmesinden, iktidarın yapmak istediği şeylere muhaliflik adına daima “istemezük” zihniyetiyle yaklaşılmasından yakınıyordu.

Hemen hiçbir konuda diyalog yoluna başvurmadığımızı ve bundan dolayı toplumsal ortamın hep gergin ve negatif olduğunu ifade ediyordu.

Kanal İstanbul’un isabetli bir proje olmadığını düşünmesine karşın, olaşan havadan rahatsızlığını belirtiyordu.

Kamplaştırıcı tartışma geleneğimiz

Okurun mektubunda işaret ettiği durum aslında toplum olarak çok uzun zamanlardan beri mustarip olduğumuz ortak bir toplumsal zaafımız. Bu zaaf bugün ortaya çıkmadı ve çok eskilerde beri hemen her konuda benzeri tablo görüyoruz.

Şüphesiz bütün insan eylemlerinin ve ürünlerinin bir biçimde ideolojilerle, inançlarla, kültürel yapılanmalarla, kimliklerle, sınıflarla, menfaat kümeleriyle, alışkanlık ve zihniyetlerle, uluslar arası ve yerel şartlarla bağı var. Toplumlarda gördüğümüz farklılık ve çeşitlilik de esas itibariyle bunlardan doğuyor.

Tercihlerimizi ve ortaya çıkan tavır ve faaliyetlerimizi bunlar tayin ediyor. Yaşadığımız sürece edindiğimiz düşünsel birikim, içinde yaşadığımız çevrenin, toplumun, ülkenin ve özel grupların ideolojik ve kültürel kodları tarafından şekilleniyor.

Bu durum normal; normal olmayan insanların, grupların, siyasal odakların kendilere özgü kimlik, kültür, inanç, ideoloji, beğeni ve ideali zor ve baskı yoluyla başkalarına benimsetmeye çalışmalarıdır.

İhtiyaç ‘katılımcı ve müzakereci demokrasi’

Sorunların çözümünde demokratik, katılımcı ve müzakereci bir toplumsal mutabakat sürecinin işletilmemesi, sonuç itibariyle toplumsal rızanın hakkiyle gerçekleşmesini önlüyor. Böylece karşıtlık, kutuplaşma ve gerilim ortama hakim oluyor, demokratik çoğulculuk yok olup, baskı ve dayatma kendini gösteriyor.

Halbuki, aynı ülkenin yurttaşları olarak, demokratik koşullarda, barışçı ve dostane ilişkiler içerisinde birbirimizden etkilenmemiz, düşüncelerimizin karşılıklı alışveriş içinde ve olağan akış içinde değişebileceğini kabul etmemiz ve öngörmemiz daha doğru olacaktır.

Demokrasinin hüküm sürdüğü ülkelerde siyasi iktidarlar, eksikleri olsa bile, mevcut demokratik koşullarda gerçekleşen seçimlerle halkın rızasını alır ve faaliyetlerinin meşruiyetini bu rızaya dayandırırlar.

Bu böyle olmakla beraber, bu rıza mutlak ve sonsuz değildir. İktidarlara her istediğini yapma imkanını tanımaz; demokrasinin bazı evrensel değer ve ilkeleriyle sınırlanmıştır. İktidarların buna faaliyet dönemleri boyunca riayet etmesi beklenir. Bunun dışına çıkılması rejimin deforme olmasına, karakter değiştirmesine ve yurttaşın iradesinin ihlaline ve ülke menfaatine aykırı şekilde kullanılmasına yol açar.

Eskiden de çok farklı değildi

Türkiye'de toplum Osmanlı'nın son döneminden itibaren dozu giderek artan bir ideolojik ve politik kutuplaşma yaşıyor. Bu durum hem iktidar olunmasını hem de muhalefet yapılmasını zora sokuyor. Çünkü gergin siyasal atmosfer siyasal sağırlaşmayı, birbirinden etkilenmek yerine parti ve grupların kendi içine kapanmasına ve farklı olana bir nevi düşman gözüyle bakmasına neden oluyor.

Osmanlının son dönemlerinde bir yandan ulus devletler kuruluyor, diğer yandan imparatorluklar dağılıyordu. İmparatorluğun geleceğinin tartışıldığı o yıllarda birbirinden farklı üç-dört ideolojik ve politik akım ortaya çıkmış ve toplumun önüne kurtuluş reçetesi koyuyorlardı. Daha o dönemlerden itibaren aralarında ilişki oldukça sertti. Ortak noktalarda buluşma durumu çok nadir ve istisnai hallerde görülüyordu. İktidar, diğerlerini daima kendine benzetmeye, etkisiz hale getirmeye veya yok etmeye çalışıyordu.

Cumhuriyet döneminde de bu siyasal gelenek aşağı yukarı devam etti. Cumhuriyetin ilk yıllarında ve tek parti döneminde laik- modernistler dindar/muhafazakarlara, sonraki çok partili dönemde ise dindar/muhafazakarlar laik-modernistlere biraz böyle yaklaştılar. Bu nedenle de yıllar boyu ne siyasal gerginlikler ne de darbeler bir türlü bitmedi.

İktidar kutuplaşmadan yarar ummaya devam ediyor

Bir ara kısmen yumuşasa bile bugün de durum benzet şekilde devam ediyor. Bir yanda Millet İttifakı etrafında muhtelif güçler, diğer yanda Cumhur İttifakı kapsamında Ak Parti iktidarı ve destekçisi MHP. Sınırlı olayların dışında uzlaşma zemini bulunamıyor ve siyasal atmosfer gerilimini sürdürüyor.

Ak Partinin uzun iktidar döneminde ağırlıkla sol-sosyal demokrat modernist / laik parti ve çevreler iktidardan gelen birçok adım ve öneriyi kuşkuyla karşılayıp engellemeye çalıştılar. Birçok öneri ve projeyi dikkatle kendi içinde değerlendirmeyip, ideolojik ve politik saiklerle tavır aldılar. Diğer ifadeyle istemezükçü” tavır siyaset dünyamızda en sık görülen tavrı oldu.

Geriye doğru bakıldığında, şüphesiz dövizin bol olduğu geçmiş yıllarda AK Parti’nin ülkeye akan kaynağı ağırlıkla inşaat alanında değerlendirmiş olmasının isabetli olmadığı görülüyor. Ülkenin fabrika ve tarımsal üretim, vb gibi gelişmede süreklilik ve istikrar sağlayan ve istihdam imkanı sunan bir anlayışa yönelmemiş olması, tersine alt yapı, ulaşım ve hizmet sektörüne ağırlık vermesi eleştiriyi hak ediyor. Sık sık başvurulan “Yap-işlet-devret” sisteminin ise uygulamada ülke aleyhine işleyen bir sistem olduğu görülüyor.

Bu tablonun eleştirilmesini ve iktidardan gelen projelere son derece ihtiyatlı ve karşı bir pozisyon içinde yaklaşılmasını artık ideolojik yaklaşılıyor, “istemezükcü” tavır sergileniyor diye, değerlendirmek doğru olmaz. Çünkü iktidarın da bu restleşmeden ve kamplaşmadan kendi geleceği bakımından bir çıkış yolu gördüğü anlaşılıyor.

Halbuki iktidar isteseydi projelerine yönelik sert eleştirilere rağmen, katılımcı ve müzakereci demokratik bir süreci hayata geçirerek ülkeyi sert ikliminden uzaklaştırabilirdi.

Projeler hakkında, sadece Ak Parti Grup toplantılarında, sanki bir düşmana karşı meydan muharebesi veriliyormuş gibi söylemlerle yüklü, propaganda amacı önde olan konuşmalarla değil, bütün sivil örgütleri, muhalefeti ve bütün yurttaşları enine boyuna bilgilendiren bir metod izlenip, eleştiriler katılımcı bir üslupla toplanabilirdi.

Ak Parti uzun zamandır toplumsal katılıma ve demokratik tahammülsüz bir çizgi izliyor. Bu Türkiye’deki siyasal atmosferin bir hayli bozulmasına neden oldu.

Projeye itiraz çığ gibi büyüyor

Bu yazımızın ana konusu olan Kanal İstanbul’a gelince, iktidar için proje yeni olmamasına rağmen şu son bir iki haftaya kadar, bazı uzmanlar hariç genel kamuoyu bu projenin ne olduğunu, İstanbul ve Türkiye’ye neler getirip neler götüreceğini pek bilmiyordu.

Cumhurbaşkanı’nın hakkında konuşmasıyla konu alevlendi. ÇED Raporu açıklanıp, eleştiri ve önerilere 10 gün süreyle açılalı birkaç gün oldu. İktidar yetkilileri yeni yeni savunma amaçlı bazı açıklamalarda bulunmaya başladılar.

İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ise haklı olarak projenin kent halkına anlatılmadığına ve görüşünün alınmadığına dikkat çekip, referanduma sunulması gerektiğini belirtti. Ayrıca, projeyi doğru ve yararlı bulmadıklarını kapsamlı bir sunuşla anlattı; 2017 yılında ilgili kurumlarla yapılan Kanal İstanbul İşbirliği Protokolü’ne İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yasa ve teamüllere aykırı şekilde, bir nevi zorla dahil edildiğini ileri sürerek, imzalarını çekip ayrıldıklarını ve durumu ilgili kurumlara yazıyla bildirdiklerini duyurdu.

Projeye karşı olan ana muhalefet partisinin lideri Kemal Kılıçdaroğlu farklı bir yol izleyerek ihaleye katılma ihtimali olan müteahhitlere seslendi; iktidarın gidici olduğunu ve şayet kendileri gelirlerse projeyi durduracaklarını ve kimseye ödeme yapmayacaklarını söyledi.

Bu tartışa ortamında en dikkat çeken gelişme ise kitlesel bir dalga halinde her kesimden binlerce İstanbul sakininin kanal projesinin yapılmaması yönünde itiraz dilekçelerini Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne vermeleri oldu. İyi Parti genel Başkanı Meral Akşener de bu dalganın içinde yer aldı.

Kanal İstanbul hakkında en kapsamlı ve kritik tartışma ise Çanakkale ve İstanbul boğazlarından yabancı ticari ve askeri gemilerin geçiş ve Karadeniz’de kalış rejimini ve Türkiye’nin egemenlik haklarını belirleyen 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi üzerinde cereyan ediyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan muhalefeti kastederek “ Montrö’nün ne getirip ne götürdüğünü biliyorlar mı” diyerek, aslında Montrö’nün değiştirilmesi gerektiğini ima eden cümleler kuruyor. Hemen ardından Cumhurbaşkanlığı sözcüleri, Ak Parti yetkilileri açıklama yapıp, Montrö’nün delinmesinin söz konusu olmadığını açıklama mecburiyeti hissediyorlar.

Bu tabloyu görenler sözleşmede meydana gelebilecek değişikliklerin mevcut koşullarda Türkiye’nin aleyhine olma ihtimalinden daha fazla endişe ediyorlar.

Sebep kaza mı, rant mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti yetkilileri proje savunularını daha çok Boğaz’daki tanker yoğunluğuna ve yaşanan kazalara dayandırıyorlar. .Sık sık 40 yıl önce Romen bandralı Independanta tankerinde çıkan ve uzun süren yangını örnek gösteriyorlar. Ancak petrol ve doğalgaz boru hatlarının devreye girmesiyle epey zamandır tanker yoğunluğunda ve kaza sayısında düzenli düşüş yaşanıyor ve bunu resmi kurumlar her yıl açıklıyor. Yani, yaratılan algı rant amacını pek gizleyemiyor.

Arazilerde görülen fiyat artışı, hızlı el değiştirmeler, eski arazi sahiplerinden kimsenin bölgede pek kalmaması hemen herkesin üzerinde durduğu bir nokta. Üç Arap şirketinin bölgede geniş ölçekli arazi almaları ve Katar Emiri’nin annesi Şeyha Moza’nın başka yer yokmuş gibi, aynı güzergahta 44 dönüm arazi kapatması da bu rant iddialara iyice haklılık kazandırmış durumda.

İki ucuna iki butik şehir kondurulmuş kanal projesine İstanbul’un tarım arazilerinin, temiz su kaynaklarının, göl ve sulak bölgelerinin, orman, bitki ve canlı hayatının kurban edilmesi İstanbul’un birer paydaşı olarak önemli bir yurttaş kesimince kesinlikle benimsenmiyor.

Onca dert varken…

Türkiye’nin öncelikli ihtiyaçları arasında olmadığını belirten bu kesimler, yaklaşan Marmara Depremi’ne ve bu koca kente yetersiz kalan ulaşıma dikkat çekiyorlar. Acilen geniş çaplı kentsel dönüşüme girişilmesini; kara, deniz ve metro ulaşımında yeni hatların yapılmasını istiyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Yap-işlet-devret” ihalesine yeterli katılım olmazsa projenin milli bütçeden ayrılacak kaynakla hayata geçirileceği yolundaki açıklaması da ilave bir tartışma konusu oldu. Muhalefet çevreleri yurttaşların alın terinden alınan vergilerle olaşan kaynakların bu şekilde çarçur edilmesini kabul etmediklerini ifade ediyorlar.

Projeye karşı çıkanların eleştirilerinin toplamına bakınca iktidarın bu projeyi gündeme getirmesinde yeterli bir politik ciddiyet ve kararlılık görmedikleri anlaşılıyor. Örneğin, ÇED Raporunu hazırlayan heyet içerisinde deniz bilimleri uzmanı bir kişinin bile bulunmamasına dikkat çekiyorlar.

Konunun uzmanı olmamakla beraber, doğrusu bu projenin gerekli olduğuna dair halen anlamlı ve ikna edici bir tezi proje sahiplerinden şimdiye kadar işitmiş değilim. Riskleri bulunduğunu ve gereksiz olduğunu ileri sürenlerin dayandıkları gerekçeler ise gücünü korumaya devam ediyor.

Böyle projelerin bir kutuplaşma ve kavga konusu haline gelmesini istemem. Hele ideolojik önyargılarla yaklaşılmasını hiç doğru bulmam. Toplumun sürece katılımı ve demokratik müzakere en doğru olan yöntemdir. Kanal İstanbul gelecek nesilleri de etkileyeceği için arazi simsarlarından önce yurttaşın iyice bilgilenmesi gerekirdi.

Şüphesiz nihai kararı da referandum yoluyla İstanbul halkı vermelidir.

Sağlıklı, barış ve huzur içinde yeni bir yıl geçirmenizi diliyorum.

DİĞER YAZILARI Bingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat * 01-01-1970 03:00 '68 İsyan Günleri' ve Özeleştiri Mahkemeleri 01-01-1970 03:00 Taner Akçam'dan 'Yüzyıllık Apartheid' 01-01-1970 03:00 Neymiş? 14 Mayıs siyasi darbeymiş. Eee... N'olacak? 01-01-1970 03:00 14 Mayıs seçiminde 'Yetmez ama evet' var mı? 01-01-1970 03:00 Dip dalga 01-01-1970 03:00 Umut yüklü görüşme 01-01-1970 03:00 Seçim ve üç risk 01-01-1970 03:00 Millet İttifakı ve HDP 01-01-1970 03:00 Vizyondan geriye kalan 01-01-1970 03:00 Kılıçdaroğlu yasa teklifiyle yanlış mı yaptı? 01-01-1970 03:00 Yolsuzluk ve rüşvet işleri ne olacak? 01-01-1970 03:00 Bekir Ağırdır ne demek istiyor? 01-01-1970 03:00 İttifaklar ve güç birlikleri 01-01-1970 03:00 Sosyal medya ve internet yasa tasarısı: Şekerler ve zehirler 01-01-1970 03:00 SADAT ve iktidar 01-01-1970 03:00 Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu davası 01-01-1970 03:00 Adil seçim ve seçim güvenliği sorunu 01-01-1970 03:00 Aysel Tuğluk 01-01-1970 03:00 Muhteşem Süleymaniye'ye perde çekmek! 01-01-1970 03:00 Millet İttifakı'nın performansı ve beklentiler 01-01-1970 03:00 Sevgili arkadaşımız Saffet Uygur'u kaybettik 01-01-1970 03:00 Vakit tamam; yeni ekonomiye geçiyoruz! 01-01-1970 03:00 Durmayan dolar ve duruşma 01-01-1970 03:00 Muhalefetin ayak sesleri... 01-01-1970 03:00 İktidar, hangi dala elini atsa elinde kalıyor! 01-01-1970 03:00 Ali Babacan, DEVA ve yakın gelecek 01-01-1970 03:00 Hedef muhalif belediyeler 01-01-1970 03:00 Edremit vakası 01-01-1970 03:00 Sosyal medyayı susturma yasası! 01-01-1970 03:00 Türkiye, Afganistan'da ne kazandı? 01-01-1970 03:00 Yangın dersleri 01-01-1970 03:00 Muhalefetin Cumhurbaşkanı Erdoğan sonrasına hazırlıkları 01-01-1970 03:00 Validebağ Korusu'na dokunmayın! 01-01-1970 03:00 HDP'ye yapılanlar ve yaklaşan seçimler 01-01-1970 03:00 Ezgi Mola'nın isyanı 01-01-1970 03:00 CHP Raporu'nun işaret ettiği çöküntü! 01-01-1970 03:00 MHP'nin şiddet dili ciddi riskler barındırıyor 01-01-1970 03:00 Emniyet genelgesi: Uydurma suç 01-01-1970 03:00 'Eylem Planı' neden heyecan yaratmıyor! 01-01-1970 03:00 Başarısız Gara operasyonu ve hedefteki HDP 01-01-1970 03:00 Boğaziçi'ndeki iktidar kuşatması 01-01-1970 03:00 Selahatttin Demirtaş ve Erol Katırcıoğlu 01-01-1970 03:00 Türkiye, bu filmi daha önce de gördü! 01-01-1970 03:00 İnanılmaz proje: Cami Gençlik Kolları! 01-01-1970 03:00 Millet İttifakı'nın durumu ve beklentiler 01-01-1970 03:00 Türkiye, Türkiye olalı böyle 'Devran' görmedi! 01-01-1970 03:00 Hedefteki lider: Kemal Kılıçdaroğlu 01-01-1970 03:00 İktidar yeni bir sayfa açabilir mi? 01-01-1970 03:00 Deprem vergisinin tuhaf hikâyesi 01-01-1970 03:00 Muhalif partiler olmasa memleket ne güzel... 01-01-1970 03:00 Seçim tartışması bu şartlarda biter mi? 01-01-1970 03:00 İktidar ülkeyi nereye sürüklüyor? 01-01-1970 03:00 "Samimi demokrasi" buysa... 01-01-1970 03:00 İçişleri Bakanı böyle davranamaz! 01-01-1970 03:00 Atlamayalım... Bahçeli bu defa idam istedi! 01-01-1970 03:00 Barış Atay'a saldırı geçiştirilemez! 01-01-1970 03:00 Müjde ve felaket: Karadeniz’in gazı ve seli 01-01-1970 03:00 İktidarın boş işleri 01-01-1970 03:00 'Nepotizm' dediğin böyle olur! 01-01-1970 03:00 Bugün CHP'den ayrılma ne anlama gelir? 01-01-1970 03:00 CHP'deki muhalefet ne diyor? 01-01-1970 03:00 Muteber işadamı ve durmaksızın patlayan fabrikası 01-01-1970 03:00 İktidar, kıdem tazminatında IMF ile aynı noktada buluştu 01-01-1970 03:00 Ak Parti’nin "ince" hesapları 01-01-1970 03:00 Türkiye, Kürt sorununu kiminle çözecek? 01-01-1970 03:00 HDP'yi kapattırma sevdası 01-01-1970 03:00 Yine neler oluyor? 01-01-1970 03:00 Siyasette iki tıkanma 01-01-1970 03:00 Hayır, cüretleri cehaletlerinden değil! 01-01-1970 03:00 Kullanım süresi geçmiş suçlama 01-01-1970 03:00 Adalete ve eşitliğe uzak İnfaz Yasası 01-01-1970 03:00 Vebadan sonra Avrupa’da ne oldu? 01-01-1970 03:00 Salgınla mücadelenin üzerine düşen gölge 01-01-1970 03:00 Korona günlerinde siyaset 01-01-1970 03:00 Ömer Faruk'tan 'Aşk ve Ereksiyon Aşk'ı' 01-01-1970 03:00 Kavala şimdi de FETÖ’nün beyni ve finansörü mü oldu? 01-01-1970 03:00 Vesayet ve darbe tehlikesi hortladı mı? 01-01-1970 03:00 Siyasi ayağı ararken 01-01-1970 03:00 Kamu yetkililerinin sorunlu zihniyeti 01-01-1970 03:00 Kanal İstanbul-3: Risk bombası! 01-01-1970 03:00 Türkiye ücretli geçişe zorlayabilir mi? * 01-01-1970 03:00 Kanal İstanbul hakiki bir ihtiyaç mı? * 01-01-1970 03:00 Bunu da gördük: Üniversiteye haciz! 01-01-1970 03:00 Dipsiz Göl’ün ölümü 01-01-1970 03:00 Otizmli çocuklara ayrımcılık 01-01-1970 03:00 Zor denklem! 01-01-1970 03:00 Yargı ve adalet krizi 01-01-1970 03:00 Bütün anneler birleşin! 01-01-1970 03:00 Sosyal medya ve 'Gariplikler' * 01-01-1970 03:00 İstanbul Belediyesi meğer kimleri finanse etmiş! 01-01-1970 03:00 HDP Diyarbakır Mitingi'nin düşündürdükleri 01-01-1970 03:00 Hedefteki adalet! 01-01-1970 03:00 Doğu Akdeniz krizi ve iklim değişikliği 01-01-1970 03:00 Ak Parti’de ayrılık rüzgârları 01-01-1970 03:00 Başkanlık tartışmasının ardında dış güçler mi var? 01-01-1970 03:00 Metamorfoz (başkalaşma) ve 23 Haziran Seçimi 01-01-1970 03:00 S-400'ler ve sol partiler 01-01-1970 03:00 "KHK uygulamaları ve Medeni Ölüm" 01-01-1970 03:00 Türkiye Gemisi 01-01-1970 03:00 #sanatçıyadokunma! 01-01-1970 03:00 İktidar, YSK kararı ve muhalefet 01-01-1970 03:00 Ortada kalan İttifak 01-01-1970 03:00 23 Nisan ve linç girişimi 01-01-1970 03:00 HDP bu seçimlerde ne yaptı? 01-01-1970 03:00 Ak Parti ülkeyi nereye sürüklediğinin farkında mı? 01-01-1970 03:00 Ak Parti mahallesinde adresini arayan uyarı 01-01-1970 03:00 Sıradaki kriz: S-400’ler 01-01-1970 03:00 Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği * 01-01-1970 03:00 Zorlamayalım, “beka” seçimlere sığmaz! 01-01-1970 03:00 CHP manifestosu neler vaat ediyor? 01-01-1970 03:00 Ak Parti manifestoda ne diyor, ne demiyor? 01-01-1970 03:00 Seçilmişlerin meşruiyeti ve Venezüela 01-01-1970 03:00 Kaz Dağları'nda itiraz ve isyan! 01-01-1970 03:00