Benim çevreme yazarak ya da bizzat söyleyerek yazmayı vaat ettiğim yazılarım mevzuu, özel televizyonların her yıl eylül ayında yeni yayın dönemi başladığında gösterime sokacağını vaat edip de o yıl boyunca çoğunu göstermeyip unutturmasına benzedi.

Ülkemizin yazmaktan bıktığım kanayan yarası sağlıkta şiddete karşı kendimce yöntemlerimin olması bir sır değil. Yönetici hanımefendi ve beyefendiler ellerindeki nerdeyse tüm imkânları mobing için kullanmaktan çekinmiyorlar. Hastanın muayenesini tamamladığınızdan itibaren elektronik reçeteyi tamamına erdirdiğiniz ana kadar belki bir düzine tıklama yapıyorsunuz. Ve bu her tıklamanın öncesinde ve sonrasında “errör” verebiliyor e-reçete. Buna acile başvuran her yüz hastanın 15-20'sinin provizyonu, yani reçete yazmanıza onay vermeyen ilaç yazılsa bile ona para vermek zorunda kalınan durumları da ekleyin. Gelen kısa mesaj: "Geçtiğimiz ay e-reçete yazma oranınız yüzde 75. Kurumumuzda altında kalmamanız gereken hedef yüzde 95."

Buna "güler misin ağlar mısın"a bir ek yapıyorum: Küfür mü edersin?

Güler misin ağlar mısın, küfür mü edersin?

Ya da sorarsın üzüm mü yemek istiyorsun, bağcıyı mı dövmek istiyorsun. Yok eğer bağcıyı dövmek istiyorsan sırça köşkünden bir zahmet in de bakalım kim kimi dövüyo?

Bu sözün hakkını verebilmek için asgari bir fiziki imkânın olması lazım.

Emekliliğe kapak atma planımda ellerimin titremesini saklayamadığım ana kadar mevcut (savaş alanı diye tabir edilen) yerde çalışmak, sonrasında da daha az imkânı olduğu için daha az hastası olan bir semt polikliniğinde emeklilik günlerimi doldurma planım vardı. El titremesi dışındaki fiziki dinamiklik için bir algoritmam var.

Her şeyden önce o koltuğa örgütlü bir insan olarak oturuyorum. Bu bana bir özgüven ve asgari fiziki dinamiklik sağlıyor. Sonra ses tonum caydırıcılık olarak ortaya çıkıyor. Sondan bir önce yumruk (solcu olsam da sağ kroşe) ve son olarak boyuma yakın kaldırdığım tekmem. Tabii 14 senelik meslek hayatımda son ikisine hiç başvurmak zorunda kalmadım.

Buradaki tek kriterim: doktor ya da sağlıkçı olarak hastaya karşı olabildiğince alttan alabiliriz ama hasta yakınına kısasa kısas şeklindedir. O kalkan ayağımın belki her gün milim milim de olsa yükselen tekmemin bende birkaç anlamı var.

Gözüm yükseklerde. Oturduğum yerden gözüme bir nokta kestiriyorum ve ilk fırsatta o yüksek noktaya abanıyorum. O tekmenin ucu ayağımın, ayakkabımın en uç noktası, bir silahın namlusu. Emperyalizmin savaş uçağına dehşet saçan uçaksavarın namlusu. Uçak kaldıramıyorsanız uçak düşürecek mermiyi kaldıracaksınız.

Ama tekmenin en makbul olanı birden fazla olanı. Başta da ifade ettiğim gibi örgütlülükle kol kola girip ilkokulda oynadığımız gibi "önümüze gelene bir tekme" diyerek yürümek. Yürümek, o tekmelerle emperyalistleri, sömürücüleri, onların uşağı yobazları, faşistleri, halk düşmanlarını kolektif tekmelerle önüne katıp kovmak, güzelim ülkemizi onlara bırakmamak en makbul olanı.

faxri078@gmail.com