İlk insanların yaşam şartı olmuş şiddet.

Bu araçla karınlarını doyurabilmişler, soğuktan korunabilmişler.

Sınıflı toplumların ortaya çıkması ile en kullanışlı araç olagelmiş şiddet kurulu düzeni devam ettirmek için.

Yani insanlık tarihi kadar eski bir kavramdan bahsediyoruz.

Günümüzde de kullanılagelmesi ve düzenin devamlılığı için kullanışlı olması sınıf çelişkilerinin bir gereğidir.

Egemen sınıfın bunu kullanması ne kadar doğalsa, şiddet olgusunu kitlelere yayması ve dağıtması da o kadar tehlikelidir.

Bu tehlikeyi anlatmadan önce egemen sınıfların şiddeti kullanmasının ne kadar doğal olduğunu kendimden bir örnekle aktaracağım:

Fakültedeki yıllarımız; bir gün sonra 6 Kasım YÖK'ün kuruluş yıldönümü ve her sene olduğu gibi üniversitelerde protesto gündemi.

Bir gece öncesi ve biz arkadaşlarla ertesi gün âdeta yiyeceğimiz dayağı tecrübe etmek için biraz da eğlencesine evde boğuşuyoruz ve az da olsa birbirimizi darp ediyoruz.

Ertesi gün dozajı düşük eylem gerçekleşiyor ama ciddi müdahale olmuyor, biz de bir gece önceki birbirimize attığımız dayakların ağrılarıyla evlerimize dönüyoruz.

Bende kafama yerleşen diyalektik, "askeri ya da jandarması ya da polisi zaten düzeni korumakla görevli, tabii ki biz düzeni tehdit eder isek bizi darp edebilir, bu onlar için son derece doğal bir olgu" şeklindeydi.

Gelelim düzen tarafından kitlelere yayılan şiddete.

TV'de izlediğimiz dizilerde şiddet en önemli malzeme.

Düşünsenize, nerdeyse tek izlenirlik kriteri şiddetin kendisi.

Sanki Kurtlar Vadisi'ndeki şiddet, çarpan etkisiyle yayılmış ve tüm dizi sektörünün vazgeçilmezi olmuş.

En insani olması gereken doktorluk merkezli dizilerde bile şiddetin her türlüsü dizinin kurtarıcısı olmuş durumda.

Çocuğa şiddet, kadına yönelik şiddet, etnik şiddet, sözel şiddet ve nihayetinde sınıfsal şiddet TV'lerimizi doldurmuş, evlerimizin içine akıyor.

Sonra da biz etrafımıza bakınıyoruz bu şiddetin kaynağı nerede diye.

O kadar hayatımıza sirayet etmiş ki işyerimdeki iki olayı yazacağım:

Yıllar önce yaz ayları ve acilde en az doktorun olduğu zamanlar. Nerdeyse tüm doktorlar çeşitli gerekçelerle acili terk etmiş.

Başhekimin önerisi, tek başımıza acil nöbeti tutmamız şeklinde.

Ben de bunu duymuş halde nöbet listesi hazırlayan meslektaşıma, "Tek nöbet yazmayın, ayın kalan günleri boş kalsın ya da sadece CPR (Kardiyopulmoner Resüsitiasyon: kalbi ve solunumu duran kimselere yaptığımız radikal müdahale) nöbeti olarak yazın" dedim.

Doktor arkadaşım, âdeta kükreyerek, "Tüm nöbetleri ben mi tutacam" dedi.

Hiçbir cevap vermedim.

Daha önce yazdığım "iğrenç yazı"daki fikri içselleştirmek ve yazının zeminini oluşturmak için işyerinde horlama sesleri çıkartıyordum ve yine, ama bu sefer karşı cinsten uzman meslektaşım, bu sesi bir daha çıkartırsam beni darp etmekle tehdit etti.

Yine hiç tepki vermedim.

Bunların da ötesinde benim de bir araç olarak kullandığım vukuatlar var.

Acil olmayan şikâyetleri için en az üç kere istirahat raporu isteyen, nerdeyse emekliliği gelmiş ve hatta geçmiş kadına son defasında raporun acil bir şey olmadığını herhalde biraz sesimi yükselterek söyledim ki, genç yakını bana, "Sesinizi yükseltmeyin" dedi.

Ben de bir şeyi anlamamak için üç kez sorarsanız, "Sesimi yükseltebilirim" dedim.

Bir diğer ördek (bilerek yazdım; ortaokulda örnek diye yazan soruları "ördek" diye okumak için o kadar içten bir arzu duyuyordum ki, şimdi buraya yazmak fikri bende hâsıl oldu):

Muayenesini ve tedavisini tamamladığım erkek hasta, güvenlik aracılığıyla yine benden rapor istiyor.

Bense en az 15 dakikadır ayaktayım, bel ağrısından âdeta kıvranacağım bir personelin yakınının grafisini değerlendireceğim.

Bu soruya sertçe, "Hayır" diyorum ve oturup grafiyi değerlendirmeye koyuluyorum.

Şahıs (hasta demiyorum, tamamen bilerek) ilk fırsatta yanıma yaklaşarak, "Hocam, sakin"  diyor.

Benim cevabım, "Sakin olmasak da görevimizin başındayız, layıkıyla yerine getiriyoruz" şeklinde.

Okurun dikkat edeceği şekliyle benim şiddet yöntemim caydırıcılık amaçlı ve kesinlikle meslek içine yönelik değil.

Bunlar nispeten eski örnekler.

Ama hemen her gün acilimize gelen silahlı ya da silahsız, kanlı ya da kansız onlarca; haftaya, aylara ve yıllara vurursak her yıl binlerce darp vakası bir gerçeğe işaret ediyor.

Sınıf kavgası vermeyen yığınlar, sadece "yığın" olarak kalmaya devam etmeyecekler, birbirlerini kıra kıra insanlığın da sonunu getirecekler.

Ancak ve ancak sınıfsız toplumda şiddet bir araç olmaktan çıkacak.