13 milyar yıl önce Güneş, 4,5 milyar yıl önce Dünya ve 3 milyar yıl önce su yoktu.

3 milyon yıldır, insanoğlu denen bu vahşi canlı vardı.

İnsan olarak, çok ama çok eski çağlardan beri, göçebe ve yerleşik olmuşuz.

Ateşe, suya ve toprağa hükmetmişiz.

İnsanoğlu, doğada korktuğu ve sevdiği güçlere tapmıştır. İlahi ve ruhsal bir güç olarak ona yönelmiştir. Tanrılar ve vekili peygamberler ile onlar adına geldiğine inanılan kutsal kitaplar, ilahi yasal düzenleme metni ya da şiirsel söylemi olarak kabul görmüştür. Tarihin her devrinde, bunlara inanmayanlar cezalandırılmıştır. Hatta, farklı inançlara sahip bireyler ve toplumlar, uzun yıllar savaşmışlar ve savaşmaktadırlar.

Aslında bu savaşların bir başka nedeni de, emek-sermaye arasındaki uzlaşmaz (antagonist) çelişkiler yumağıdır.

İnsanoğlu, 3 milyon yıldır hâlâ savaşarak kendini test ediyor.

İnsanlık tarihinde, Sosyalist Sistem Deneyimi (1917-1992), kimi kötü uygulamalara karşın; eşit işe eşit ücret ilkesi ve başka toplumsal devrim içeriği bakımından, çok önemli bir zaman dilimi olarak anımsanmaktadır.

Tüm bu doğal ve toplumsal evrim ve devrim özelliğindeki değişim ve dönüşümler sürüyor.

Bu köklü değişimlere ayak uydurmuşuz, bedeller ödeyip, acılar çekmişiz. Zaman zamanda mutlu olmuşuz... Yaşam bizi farklı coğrafyalara savurdu. Oraları yurt edinmişiz.

Kendimize yeni yaşam alanları bulmuşuz.

Su başında durmuşuz.

Suyun olmadığı yerlere, çok uzaklardan, yerin altından ve üstünden su getirmişiz.

Yeni köyler ve kentler kurmuşuz.

Yeni toplumsal sistemler geliştirmişiz.

(İlkel komünal toplum tarzından sonra başlayan ve hala sürmekte olan sınıflı üretim ilişkisi, doğanın ve insanlı toplumların, yeni diyalektik yasalarını uygulamaktadır.)

Birlikte yaşama kültürü bilincini öğrenmişiz. Yeni medeniyetleri keşfetmişiz. Kent ve ulus devletleri kurmuşuz.

20. yüzyılın başında, emperyalizme karşı verdiğimiz ilk bağımsızlık savaşında utkuya erişmişiz ve kurtuluştan kuruluşa giden yolda; bir dizi devrimleri gerçekleştirmişiz ve dünyanın başka coğrafyalarında verilen anti-emperyalist savaşlarda, mazlum halkların esin kaynağı olmuşuz.

12 Aralık 1996 yılında, Havana’da, Küba’nın efsanevi lideri Fidel Castro ile yaptığım röportajda, Castro, “Devrimci Mustafa Kemal Atatürk, bizim ve dünyadaki mazlum halkların esin kaynağı ve öncüsüdür. Kendinize başka önder aramayınız,” demişti.

Bu bağlamda, Mustafa Kemal Paşa ve iki arkadaşı (Dr. Rasim Ferit, Ali Fethi Okyar) ile birlikte; İstanbul’da, 1 Kasım 1918’de Minber adında, 52 sayfalık bir gazete çıkarmaya başladı. Gazete yayınlarında, dünyayı kuşatan emperyalist ablukaya dikkat çekti... Kurtuluşun yol tarifini yaptı. Yayını ancak 51 sayı sürdü. Daha sonraki yıllarda ise, 11 Eylül 1919’da İrade-i Milliye Gazetesi ve ardından, 18 Temmuz 1920’de yayına başlayan Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’ni çıkaran Mustafa Kemal Atatürk olmuştur.

Kurtuluştan kuruluşa giden yolda, adım adım ilerleyen pek çok Cumhuriyet Devrimlerinin yanı sıra; Sümerbank, Etibank ve açılan öteki fabrikalar, kamucu kolektif iradenin ilerlemeci yüzü idi.

1924 yılında, Manisa’da aşılan Aşı Merkezi ardından Heybeliada Sanatoryumu, Numune Hastaneleri ve GATA Hastanelerinin açılışı ise, Cumhuriyetin kuruluş aşamasında, Anadolu’nun aydınlık, çağdaş ve bilimsel yüzü olarak iz bıraktı...

Öte yandan, Cumhuriyet kurulduğu dönem 27 Mayıs 1928’de refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü adı verilen Türkiye’nin ilk halk sağlığı laboratuvarı hizmete girdi. Enstitü hızlı yayılan enfeksiyon hastalıklarıyla mücadele etmeye başladı. 1931 yılında, ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısı üretimine başlanıldı. 1932 yılında, serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu, dışarıdan serum ithali durduruldu 1933 yılında, Simple Metodu ile kuduz aşısı üretimi ele alındı. 1934 yılında, İstanbul Aşıhanesi, Enstitü bünyesine nakledildi ve çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye getirildi. 1935 yılında, Farmakoloji Şubesi kurularak yerli ve yabancı ilaçlar ile diğer hayati maddelerin kontrolüne geçildi. 1936 yılında, Hıfzıssıhha Okulu açıldı. 1937 yılında, kuduz serumu üretilmeye başlandı.

1938 baharında, Çin’de başlayan büyük bir salgın hastalıkta, Atatürk’ün emri ile Türkiye, Çin’e çok miktarda aşı gönderildi. Çin halkı ölümden döndü.

Çin’in Kurucu Devlet Başkanı Mao Ze Tung, Şangay’da yaptığı bir miting konuşmasına şöyle başladı: “Yoldaşlar, Ben Çin’in Atatürk’üyüm.”

Cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan, çağdaş, kamucu, kolektif milli iradeye dönülmeli, yeniden...

Ah! Atatürk, Ah!..

Ama insanlık tarihinin yerleşik her döneminde, göçebe ve gezgin yanımız hep olmuştur. Bilinmeyeni ve gizemli olanı arama, merak etme ve keşfetme dürtümüz, bizi yollara düşürmektedir.

İşte benim de içimdeki bu maceracı yanım; “Yoleri gezgin derviş” olmamı kamçıladı ve hayatı yeniden keşfetmeme ve belgelememe neden oldu.

İyi ki oldu.

Okumam, gezmem ve yazmamın sırdaş serüveni bu olmalı.

Bu yanımla uyumlu, çılgın, aykırı, uçuk, delice ve çocuksu özelliğimi seviyorum.

Ve sevgimi sebil eylediğim için, çok mutlu olduğumu söylememde hiç abartı yoktur.

Doğanın uyumlu yasalarına, insan ve tüm canlı haklarına saygılı olmak, barış, özgürlük, adalet, mutluluk ve sevgiden yana olmak, tüm canlıların çok doğal yaşamsal hakkıdır. Hakları ve sorumlulukları olan, çağdaş yurttaş tanımı bu olmamalıdır.

Günah, ayıp, yasak ya da iyi, kötü, güzel, çirkin, namuslu, namusuz gibi değerlerin ölçüsü ve kapsamı nedir?

Medeniyet denilen, tek dişi kalmış canavara bir anlam büründürmeli miyiz?

Eğer çark böyle işlemiyorsa, yerleşik ya da gezgin olmanın ne anlamı var ki...

Çözüm: Doğanın ve toplumsal adaletin işlemesine katkı sağlamak için, vicdanlı ve örgütlü birey olmaktır...

Yani, içimizde yükselen barış çığlığına kulak vermek ve sevgide odaklanmaktır...

Kendi elimizle kendi sonumuzu mu hazırlıyoruz yoksa?

Doğanın diyeti ağırdır.

Ey insanoğlu!.. Silkin ve özüne dön.

Dağda, denizde, ovada, obada, köyde, kentte, evde, sokakta, işte, düşte, her yerde ve her koşulda, yaşamı yaşamak için, doğanın şarkısını dinleyin.

Kardelen şiirine esin kaynağı olan, kar ile kor öyküsünü anımsayın, yeniden...

Ateşin ve suyun ruhsal görseli olan gökkuşağını gözlemleyin.

Mevsimlerin, göçebe ve durgun dansına eşlik edin.

Gezgin ya da yerleşik, mikro ya da makro düşmanlarla, küresel kuşatmalarla baş etmenin tek yolu, bize sunulan bir nefeslik bu ömür diliminde, adaletli ve vicdanlı olmaktır, dayanışmaktır, paylaşmaktır.

Mikro düşman karşısında boyun eğen tanrılar, kutsal dinlerin keşişleri, evliyaları, vekilleri, ilahi gücünüz nerede? Varsıllar, para babaları, devlet büyükleri, ünlüler, hırsızlar, yağmacılar vb. hemen hepsiniz yeniksiniz. Sizinde, bizimde, tüm insanlığın tek umudu, gereksinimi ve kurtuluşu, yalnız ve yalnız bilimdir.

Atatürk’ün şu veciz sözünü anımsatmak isterim: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.”

Mikro düşmana karşı, makro düzeyde savaşmanın tam zamanı.

Gezgin, enternasyonal virüse karşı, kolektif kamu irademiz ışığında, ulusal ve evcil önlem almalıyız.

Yarın geç olabilir. Öz değerlerimizi ve dayanışma geleneklerimizi unutmadan, disiplinle sevgimizi sebil eylemenin tam zamanı.

Dostlukla...