Bilinen, 13 bin yıllık insanlık medeniyetinin saklı cenneti olan, Anadolu coğrafyasının son ev sahibi Türkiye Cumhuriyeti'dir. Tarihte kutsal dinlerin ortaya çıkışı ve kutsal kitaplarıyla gelen peygamberlerin umut olan varlıkları ve yaptıkları ise; onlar Çağının En Büyük Devrimcisi olduklarının kanıtıdır.

Cumhuriyet Dönemi’nde ve Yakınçağ tarihimizde; "camilerin kapatılması" başlıklı iki olaya tanıklık ettik. Camiler kapatılır mı? Camileri kim kapattı? Camiler kapatıldıysa, neden kapatıldı? Bu kapatma eylemi ardında, aslında bir koruma içgüdüsü ya da İslam'ın kutsal varlıklarını ve değerlerini korumak ve saklamak gibi "devlet refleksi" olabilir mi? Farklı zaman, yer ve koşullarda, siyasi otoritenin aldığı bu iki kararı alkışlıyoruz. Çünkü, yerinde, zamanında ve doğru karardır.

Bu anlamda, yapılan iki kapatma eyleminin arka perdesini ve sırrını anımsamakta yarar vardır. Tarihe düşülen son kapatma notu: "Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, koronavirüsten korunmak için, camileri ve tüm ibadet yerlerini kapattı."

Bu karara çok az sayıda kişi itiraz etti. Bir avuç çıkarcı kişi karşı çıktı. Erki elinde tutan Cumhuriyet İttifakı'nın, bu riskli ve cesaretli kararına en çok uyan ise, Muhalefet Grubu (Millet İttifakı) partileri ve taraftarları oldu. Tek vücut olan Türkiye halkının ezici çoğunluğu, Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan'nın bu yaptırımını önemsedi ve itiraz etmeden uydu. Bu coğrafyayı vatan kabul eden, 82 milyon insanımızın sağlığı, her şeyin üstünde idi. Çünkü, bu karar ve karara uyum, doğru ve anlamlıydı.

Gelelim birinci olaya: "Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Camileri kapattı ve kapısına asker dikti." (*)

Vahşi Kapitalizmin yalanı olan, Haçlı İrtica ve Misyoner oyunlarına dikkat!

"Gezi olaylarında, Camilerde içki içtiler" yalanını uyduranlar, aslında bu yalana kendileri de inanmadı. Ama tarih; bu tür yalan ve traji komik olaylara ve komplolara çok kez tanık olmuştur.

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile ilgili haberin perde arkasını irdelemekte yarar vardır. Bu haber doğrudur ama camiler değil, kutsal emanetlerin saklandığı bir cami kapatıldı, kutsal emanetlerin ve öteki kıymetli eşyaların korunması için, buralar asker güvencesine alındı.

Olayın aslı şöyledir:

İkinci Dünya Savaşı koşullarında, Niğde'de tarihi Sungurbey Camisi kapatıldı ve kapısına asker dikildi. Neden? 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ardından, çözüm yolları aranırken, demokrasinin beşiği Avrupa'da, ırkçı ve faşist örgütlenmeler artmaya başladı ve (Hitler'in kurduğu Alman Milliyetçi Sosyalist Partisi gibi) emek odaklı sinsi bir yol izlenerek, erki ele geçirmede başarı kazandılar.

Özellikle İkinci Paylaşım Savaşı (1939-1945) sırasında ve sonrasında, dünyayı sarsan faşist yayılmacılık iyice arttı. İspanya'da Franco, İtalya'da Mussolini ve Almanya'da Hitler başkan oldu. Irkçı ve faşist yapılanmalar, tüm Avrupa’yı sardı. İktidara gelen faşistler önce Yahudileri, komünistleri, sosyalistleri, sosyal demokratları, sanatçıları, din adamlarını, tarafsız olanları ve kendilerinden olmayan herkesi yaktı, yıktı geçti.

Hitler, Mussolini ve Franco'nun faşist yayılmacılığı karşısında bir antifaşist cephe oluşturan öteki ülkelerin başında Sovyet Rusya, Yugoslavya, Arnavutluk, Fransa, İngiltere ve ABD’nin öncülüğünde, İttifak Güçleri ortak hareket ettiler.

Özellikle Hitler'in askerleri, Avrupa'yı silip süpürüyordu. Doğu Avrupa'da komşumuz olan Bulgaristan ve Yunanistan topraklarını ele geçiren Alman askerleri, Kuzey Afrika ve Türkiye'yi tehdit ediyordu. Bu faşist yayılmacılığa karşı, aktif olarak savaşa girmeyen, tarafsız gözüken, ama gizli ittifak arayışları içinde olan Türkiye, İstanbul'dan Edirne'ye dek, tüm Trakya'da "KORUN" adı verilen yeraltı sığınakları ve savunma engelleri yaptı. Çok miktarda TMO silolarında ve tarihi kervansaraylarda askeri araç gereç, buğday, un, gıda, giyim ve başka gereksinim malzemeleri stoklandı.

"Sıkıntılı seneler - ZOR YILLAR" olarak bilinen bu dönemde uygulanan "karne" sistemi ve bazı ürünlerin bulunamayışı, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ekibi için, bildik kimi güçler tarafından "yokluk getirdi" diyerek eleştirildi. Anadolu aydınlanma seferberliği olan "Halkevleri" ve "Köy Enstitüleri" projesinin kısa zamanda filizlenmesinden huzursuz olan bazı çevreler için, mevcut iktidara saldırı bahanesi oluşturdu. "Bizi açlık, yokluk ve karneye mahkûm etti" diye kendilerini eleştirenlere, zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün yanıtı şöyle oldu: "Evet haklısınız, biz sizi karneye tabi tuttuk, savaşa sokmadık, yoksul bıraktık. Ama sizi vatansız, babasız ve kardeşsiz bırakmadık."

İkinci Dünya Savaşı'nın sıcak ortamında, dünyada esen savaş rüzgârı, doğal olarak Türkiye'yi de etkiliyordu. Aralarında ABD Devlet Başkanı Franklin Roosevelt, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Devlet Başkanı Josef Stalin, İngiltere Başbakanı Winston Churchill ve Türk Heyeti'nin de kayıldığı Kazablanka ve Kahire görüşmeleri ardından 31 Ocak 1943’de Adana yakınlarında, Yenice Tren Garı'nda bulunan Beyaz Vagon'da gizlice görüşen, Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile İngiltere Başbakanı W. Churchill'in buluşmasını haber alan Almanya Diktatörü Faşist Hitler, İsmet İnönü'ye şu tehdit mektubunu yolladı: "Hani siz, bu savaşta tarafsızdınız, Kahire, Kazablanka ve Adana (Yenice) toplantılarında yer almanızın anlamı nedir? Siz bu savaşta tarafsınız. Bizim düşmanımızsınız. Yakında Trakya ve İstanbul bizim olacak. Uçaklarımız İstanbul'u bombalayacak" dedi.

Hitler'in bu zehir zemberek tehdidi karşısında, Cumhurbaşkanı İnönü çok acil olarak Yenice Garı'nda bulunan Beyaz Vagon'daki telgraf makinasından, İstanbul Valisi'ne, "Çok Gizli" ibaresiyle şu telgrafı çeker: "Topkapı Sarayı, Harbiye ve Arkeoloji Müzesi ile Vilayette bulunan, Kutsal Emanetler başta olmak üzere, devletin özeli olan kıymetli ve saklanması zorunlu ne varsa, trenle acilen Niğde'ye gönderilmesi..."

Bu talimat gereği, Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'in, Memluk Sultanı'nı yendiği, 22 Ocak 1517'de Ridaniye Savaşı ardından Mısır'da bulunan Kutsal Emanetlerin İstanbul'a getirilmesi ve sonrasında ve de Mekke ve Medine'den getirilen ve o tarihten bu yana, İstanbul Topkapı Sarayı, Has Oda'da 500 yıldır saklanan Kutsal Emanetler başta olmak üzere, yukarıda sözü edilen kıymetli ne varsa 391 sandığa itina ile yerleştirilir ve kapatılıp mühürlenir. Sirkeci Garı'nda bekleyen 48 vagona itina ile yerleştirilir. Haydarpaşa Garı'ndan hareket eden bu özel yüklü tren, talimat gereği hiçbir istasyonda durmadan, direk Niğde Garı'na ulaştı. Topkapı Sarayı Müzesi Müdür Yardımcısı Lütfü Turanbek başkanlığındaki 31 kişilik müze ve güvenlik görevlisi de, Kutsal Emanetlerle birlikte Niğde'ye geldi. Çok gizli tutulan bu nakil olayından çok özel kişiler hariç, Niğdelilerin de haberi olmadı. Kutsal Emanetler Niğde Sungurbey Camisi'ne, diğer sandıklar ise Ak Medrese ve Saruhan'a yerleştirildi. Ak Medrese, kervansaray özelliğinde idi. Saruhan ise askeri karakol idi. Selçuklu eseri olan tarihi Sungurbey Camisi ise, ibadete açık bir medrese idi. Savaş koşullarında dini yapıların daha güvenceli olacağı anlayışı ile özellikle, insanlığın ve İslam dünyasının son Peygamberi olan Hz. Muhammed'in ve Hz. Ali'nin Kutsal Emaneti olan bu kıymetli eşyaların ve elyazması Kuran, diğer kutsal eserlerin ve belgelerin özellikle bu camide saklanmasının talimatını, bizzat Cumhurbaşkanı İsmet İnönü vermişti. Niğde'de 4 yıl saklanan bu emanet sandıkların korunması ve güvenliği için, bu mekânların kapıları kitlendi ve kapı önlerine de asker nöbetçi kondu. Halifeliğin ve İslam dünyasının kutsalı olan eşyaların en zor koşullarda bile korunmasını Cumhurbaşkanı İsmet İnönü sağlamıştır. 1943-1947 arası Niğde'de 7 yıl saklanan 391 emanet sandık, görevlileriyle birlikte, savaş sonrası yine 48 vagonlu trenle İstanbul'a geri götürüldü.

Neden Niğde?

Eski Niğde Valisi Necmettin Kılınç, Han Duvarları belgeselim kapsamında vurguladığı gibi: "Niğde: 2. Dünya Savaşı döneminde Kutsal Emanetlerin saklanması ve korunması başta olmak üzere, 2. Abdülhamit Dönemi ve tarihin pek çok döneminde, kesintisiz devlet geleneği kapsamında, devletin en kıymetli envanterlerinin saklandığı ve korunduğu çok özel stratejik bir kentimizdir. Anadolu'nun doğal güvenlik kuşağı olan Toros Dağlarının kuzey yamacında bulunan Niğde, 6 bin yıldır pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Vatansever Niğde halkı, yasalara ve devletine bağlı, güvenilir ve her şeyin emanet edileceği, konuksever, Türk geleneksel aile özelliklerini yaşatmaktadır. Bu anlamda, Kutsal Emanetlerin 4 yıl gibi bir zaman diliminde Niğde'de saklanması anlamlıdır."

Bu olayı, batı merkezli güçler tarafından beslenen bazı dış ve iç mihraklar, 1950 seçimleri için propaganda aracı olarak kullandılar ve şu yalanı yaydılar: "İsmet İnönü camileri ve ibadet yerlerini kapattı, camileri depo yaptı ve önüne de asker dikerek, halkın ibadet yapmasını engelledi, bunlar din düşmanıdır."

Çokça sosyolojik ve tarihsel uzman iddiasına göre, 1950 Genel Seçimlerinin DP tarafından kazanılması, Truman Doktrini uygulamasına geçilmesi, Türkiye’nin NATO'ya girmesi ve ABD çıkarları için Türk askerlerinin Kore'de ölmesi gibi olayların başlangıcında, bu yalan ve iftiraların olduğu söylenmektedir.

Oysa, "din düşmanı" diye suçladıkları, Kurtuluş'tan kuruluşa giden bu yolda, Mustafa Kemal Atatürk'ün en yakınında, Anadolu'nun geleneksel Türk aile sistemine bağlı olan, Malatyalı ve zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, İslamiyet'in en kutsal emanetlerini herkesten daha çok korumuştur. Türkiye'yi büyük bir savaştan kurtarmıştır. Askeri, diploması ve devlet adamı özellikleri çok yüksek olan İsmet Paşa ve ailesi, bu kirli yalan ve yakıştırmalardan çok üzülmüştür.

Türk ve İslam dünyasının büyük komutanı İsmet Paşa'yı saygı ve hürmetle anıyoruz. Hoşgörü ve sağduyunun yaşadığı ve bir medeniyet beşiği olan Anadolu coğrafyasında, halkımızın kutsal inançlarına saygı duyulsun... Emperyalist kışkırtmalar yok olsun... Gerici ve çağdışı oyunlar son bulsun... 12 Mart 1912'de Kuzeybatı Afrika'da, Berberi Al Kaine ile yapılan İmazigen dansı umut oldu... 1915'te Çanakkale Conkbayırı siperliğinde başladı bu sevda... 19 Mayıs 1919'da, Samsun'dan önce 6 ayda, Şişli'deki evde ve Dolmabahçe Camisi'nde edilen dualarsa sonra...

Kemal Atatürk ve İsmet İnönü'nün de katıldığı, 4 Eylül 1919'da dualarla açılan Sivas Kongresi'nde alınan kararlara selam olsun... 14 Mart 1918'de Adana'da, 27 Mayıs 1920'de Pozantı Karboğazı Zaferi ve 18 Mart 1923'te Tarsus Ulu Camisi'nde kılınan Cuma Namazı ardından, Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Kuvayı Milliye direnişi, bizi Cumhuriyet Devrimleri'ne taşıdı... "Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!" diyerek... Kardeşçe, birlikte, adil ve vicdanlı yaşama kültürü bilinci ile, Yunus Emre'nin dediği gibi, sevgimizi sebil eylemeliyiz... Her zaman ve yeniden...

İsterseniz, su gibi aziz olan canlar; "dil bayrağımız" Türkçenin ve Türk kültürünün ödünsüz savunucusu, büyük vatan şairi Nâzım Hikmet'in şu dizesiyle, 'camilerin ve okulların kapıları asla kapanmamalı' dileğiyle: "Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın/ Yok edin, insanın insana kulluğunu/ Bu davet bizim/ bizim dostlar, bizim...”

(*) SIKINTILI SENELER - Kutsal Emanetler Niğde'de belgeseli, Yönetmen: Dursun Özden, Yapımcı: Yoleri Prodüksiyon, 2016.

İmamoğlu'ndan sel felaketi açıklaması: Bu sorunu bu yaz çözeceğiz Ümit Kardaş yazdı: Frenlenemeyen iktidar sorunu Adalar'da elektrikli araçlara izin verilmedi, İBB'den açıklama geldi Hakan Tahmaz yazdı: Barış, demokrasi mücadelesi ve adalet arayışı İmamoğlu'ndan sağlık çalışanlarına güzel haber Merve Yazar'ın kaleminden: Uçlarda yaşamadan savrulmak