Sanki çok acil bir işim varmış gibi koşturuyorum. Nereye yetişeceğim ki? Bugünü diğer günlerden farklı kılan ne? Her günkü sıradanlık, karmaşa, hep aynı tekrarlar, hep aynı rastlantısal yanılgılarla karşılaşıyorum. Sanki labirentte deli gibi çıkışı arayan bir fareyim de hızlı hızlı bir sokaktan diğerine geçiyorum.

Bir şeyler içip bu standart günümü kutsamak için bara giriyorum, içerde anason kokusunun pastel rengiyle birbirimize selam veriyoruz. Fonda Budy Guy'un "Stone Crazy"si kulaklarıma çarpıyor. Yan taraftaki tarasa geçiyorum, birkaç masadan ibaret terasta boş masalardan birine oturuyorum, biram geliyor.

Teras, dar bir sokağa bakıyor, ben de sokaktan gelip geçen ayak seslerine bakıyorum. Renk renk parfüm kokuları görüyorum. Değişik renkte kıyafetler, ayakkabılar, çantalar duyuyorum, hepsi birbirine bir şeyler anlatıyor. Tüm kelimeler buharlaşıp gökyüzüne yükseliyor, atomlarına ayrılıp biçimleri bozuluyor, anlamsızlaşıyor ve atmosfer tonlarca boşa sarf edilmiş harf çöplüğüne dönüşüyor.

Hepsinden sıyrılıp sigaramı yakıyorum, biramdan bir yudum alıyorum. Sonra gözüm biramın içinde özgürlüğüne kavuşmak için yukarı çıkan kabarcıklara takılıyor. Öyle küçülüyorum ki o kabarcıkların içine girip yukarı doğru süzülüyorum onlarla birlikte.

Masada, içinde çorapları olan bir çift ayakkabı, üstünde pantolon, kazak ve mont olan bir sandalye, yarısı yanmış sigara, bir bardak bira, açılmış bir paket sigara ve çakmak var; hepsini bırakıp yok oluyorum.

Kimse umursamıyor, ne gelip geçen ne de etraftaki masalarda bulunan ayakkabılar, şapkalar, montlar, çantalar ve onlardan çıkan sesler; hiçbir şeyin farkında değiller.

Gitmem gerek... Gitmek gerek, evet ama nereye?

4 yıllık aradan sonra Orhan Pamuk'tan yeni roman: 'Veba Geceleri' Salih Bolat'tan: İlk kitap ilk aşk gibidir Beraat sonrası Müjdat Gezen'den ilk açıklama: 'Bir anlamda iyi oluyor' Giorgitsamou'dan: Annen yoksa kimsen yoktur Psikolog Doğan Cüceloğlu kimdir? İşte yaşamöyküsü...