Peki neden ben kimseyi arayamıyorum? Belki de bildiğim bi numara yok. Ya da insan... Ya da anlatacak bir şey... Ya da kelimelerim aciz...

Düşüncelerim beynime batıyor. İnsanlarla bağım kesiliyor. Fikirlerim kanıyor. Hiçbir dile çeviremiyorum bu duyguyu. Kendimi bir kanıya yönlendirme eylemine ikna etmeye çalışıyorum, ama bunu kendime bile açıklayacak doğru düzgün bir telkin cümlesinden bile yoksunum.

Birdenbire bir gerçeği kavrıyorum: Kendimi bile ikna edemezken kime neyi açıklayabilirim? Sanırım yalnızlığımın en can yakıcı ve aynı zamanda en güzel yanı kimseye bir kanıyı açıklamak için gereksinim duymamak.

Gördüğüm onca şeyin bana kattığı anlamların yükü altında eziliyorum ve bu yükü başkalarıyla paylaşma çabasının anlamsızlığı altında eziliyorum.

Kendimi Sisyphos gibi onca zorluğa rağmen verdiğim mücadelenin elimden kayıp yuvarlanması gibi ardından bakakalıyorum ve sürekli aynı döngüsel yanılgıyı ve hayal kırıklığını yaşıyordum.

Benim dışımda gelişen olaylar olsa anlatabilirim ama en derinlerimde geçenleri anlatamamanın ıstırabı...

Tüm anlamların anlamsız kaldığı başka bir boyut olmalı burası.

 

Yavaş yavaş uzaklaşıyorum her şeyden... Cansız uzanmış bir zamanın içinden geçiyorum. İpinden boşalan giyotinin boynuma değmesi ile değmemesi arasındaki an kadar yakın geçmiş ve gelecek.

"Zamanı bir emanetçiye bırakabilsem ve daha sonra alabilsem, öyle amaçsız harcıyorum ki", belki de bir kenara bırakıp unutmak her şeyi unutmak gibi, zamanı unutmak. Zamanı unutmak gibi...

Kendini tütün dumanı gibi sarmış bulantı ortasında, odanın kasvetli karanlığında unutmak...

 

Penceremden kente bakıyorum.

Bu kentin bir önemi de, adı da yok.

Neden bu evde bekliyorum? Birilerinin beni arayıp bulması için mi?

Karanlık, âdeta bir duvar gibi beni saklıyor. Elimi pencereden uzatıp kentin karanlığına dokunuyorum.

Kendimden çıkıp kendime doğru yol almak istiyorum.

Öylece yan yana düşüneceğim insanlar arıyorum.

 

Şimdi birilerini arayacağım, özellikle ölmüş olanları...

Telefonu saatlerce çaldırıp açmalarını bekleyeceğim.

Ölü insanları aramayı seviyorum. Çünkü sadece onlara tahammül edebiliyorum ve istediğim zaman telefonu yüzlerine kapatabiliyorum. Hem sonra geri dönüş de yapamıyorlar. Bari zamanında açsalar...

Ben ölünce telefonu yanıma alacağım, beni ararsan açarım ama sık sık arama.

Çünkü kalabalığı sevmiyorum, dışarıdan gelen, gülüşen insan sesleri beni çıldırtıyor. Ayrıca hepsi sahtekâr, çünkü birbirlerine tahammül edebiliyorlar.

Söylesene insan nasıl bu kadar acımasızca birbirini kandırır? Bunu nasıl yapabildiklerini asla öğrenemedim. İğreniyorum onlardan, nefret ediyorum hatta.

Beni kimsesizlikten ve sessizlikten ölünce ara...