Hava sisli mi, yoksa kirli mi bilmiyorum.

Karanlık çökmüş her yere.

Uzak bir kentin dar sokağına bakan köhne bir dairesinin yarı açık penceresinden dışarıya sızan telefon sesi şehrin karanlık sesine karışıyor.

Kediler, çöpleri karıştırıyor. Telefona kimse bakmıyor. Ama o çalmaya devam ediyor.

Kim kimi arıyordu? Kim kimi daha çok merak etmişti?

Belki... Belki günlerdir, hatta aylardır beklenen telefondu bu. Kimbilir kaç gece, karanlık ve eski ahşap kokusunun doldurduğu o küçük dairesinde çalmasını beklediği telefondu bu.

Kimden bekliyordu acaba? Çocuklarından mı?

Belki hiç evlenmemiş. Sevgilisinden belki.

Belki de uzun zamandır haber almadığı biriydi.

Telefon ısrarla çalıyor. Sesi, suya atılan taşın oluşturduğu halkalar gibi endişeli ve tedirgin tüm kente yayılıp bulamadığı kıyıyı arıyordu.

Peki ya arayan? Kim arıyordu?

Telaşlanmış olmalı. Belki öldüğünden endişe etmeye başlamıştı. Belki acil ulaşması gereken hayati bir konu vardı. Belki bu telefon son şansıydı.

Acaba telefon kulübesinden mi arıyordu? Çok iyi bilirim o lanet paslı telefon kulübelerinin kokusunu. Bu onun son jetonu olabilirdi.

"Aç artık şu kahrolası telefonu!"

Çaresizce sustu telefon sesi ve gecenin karanlığında yitip gitti.

Kediler çöpleri karıştırıyor hâlâ. Uzaktan is kokulu şehrin ve sirenlerin sesi. Kimse umursamadı çalan telefonu.

Perdemi kapatıp koltuğa bırakıyorum kendimi.

Kulaklarımda telefon sesi.