Çocukluk arkadaşın... Bir sabah haber alıyorsun ki Corona'ya yakalanmış. Aman, ne diyorsun? Evet, öyle. Arkadaşın üstelik diabet ve KOAH hastası. Dört koldan hastane araştırmaya başlıyorsunuz. Yok, yok.

Arkadaşının ailesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yıllarca hizmet etmiş; kendisi üniversitede hocalık yapıp yüzlerce öğrenci yetiştirmiş. Milletvekili seçilerek TBMM'de halkına hizmet vermiş. Ama sağlığı bu haldeyken yatıracak hastane bulunamıyor.

Ankara'yı ayağa kaldıracaksın. Eş, dost, tanıdık harekete geçiliyor. Başka çıkar yolu yok. Birden herkes telaşa kapılıyor. Anında üç hastanede boş yer olduğu ortaya çıkarılıyor. Nasıl oluyorsa. Ambülans ayarlanıyor; arkadaşın sonunda hastaneye yatırılıyor. Bakıma alınıyor. Sanki gizli bir el devreye giriyor ve ihtimam tam.

Oysa çok uzun bir geçmiş değil, birkaç hafta önce kalp hastası, böbrek yetmezliği olan, bir de kalça kırıklığı yaşayan arkadaşının eşi o hastane bu hastane dolaştırılıp iyileşti raporu verilerek taburcu edilmişti. Ne iş? Evde bakım çok daha sağlıklıymış.

Yahu, aklınız mı uçtu? Bu kadar hastalığı olan bir insanı "iyileşti" raporu vererek nasıl taburcu edersiniz?

Burası Türkiye abicim, her şey mümkün.

Şimdi sorarım size ey Sayın Sağlık Bakanı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yetkilileri, bu halka her türlü hizmeti götürmekle yükümlüsünüz. Böyle bir pandemide sade vatandaş hastayı yatıracak hastane bulunamıyor. Ama araya hatırlı kişiler, kalın enseler girdiğinde sorun şipşak çözülüveriyor.

Peki, sokaktaki vatandaş ne yapacak? Ölüme, kendi kaderine terk mi edilecek? Size soruyorum, hastane yetkili ve yöneticileri. Hastanede ciddi yatak bakımı gerektiren bir hastayı "iyileşti" tanısı koyarak taburcu etmek hangi insanlığa, Hipokrat yeminine sığıyor? Ettiğiniz Hipokrat yeminini bir yana bırakalım, hiç mi vicdanınız sızlamaz?

Ya da daha ağırını da sorayım: KOAH hastası, diyabeti olan, üstüne Corona'ya yakalanmış bir hastaya hastane bulamamak, ama devreye başkaları girince anında üç hastanede boş yer açabilmek neyin nesi oluyor?

Bütün bunları düşünürken aklıma Malthus teorisi geldi. Hani 18 ve 19. yüzyıllarda yaşamış olan İngiliz düşünür Thomas Robert Malthus. Özetle, Malthus'a göre uygun şartlarda herhangi bir kısıtlayıcı faktör (salgın hastalık vb.) yoksa nüfus geometrik dizi biçiminde artar. Oysa besin maddeleri aritmetik dizi biçiminde artar. Doğada aradaki bu fark nüfus içinde bazı bireylerin ölümlerine neden olur ve denge sağlanır.

Şimdi, sorarım: Halk ağzıyla söylemek gerekirse, yapmak istediğimiz, bu salgın, daha da öte pandemi ortamında, ölen ölsün kalan sağlar bizimdir, mantığını yürütmek mi? Ya da başka bir soru: Artık olan oldu, her şeyi sürü bağışıklığına bırakıp sonuçlarına bakalım mı?

Ben sorularımı sordum. Cevap vermek isteyen olursa memnunlukla köşemde yayımlarım. Derler ya, isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü...

Bakan Koca: Ortalama vaka artışı yüzde 85, İstanbul yüzde 62 Hakan Tahmaz'dan: Reform ya da yeni dönem İmamoğlu, İstanbul'daki kritik koronavirüs toplantısına çağrılmadı Ümit Kardaş'tan: Sistemin saldırısı karşısında direniş odağı: Aşk Bakan Koca'dan ağır hasta uyarısı: Bu artışa engel olmak zorundayız