Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'ı, sözlerine "ben hasta bir adamım" diyerek başlayan; depresyon, anksiyete, sosyal fobi, obsesiflik dahil birçok psikolojik bozukluk ve varoluşsal sancı belirtileri gösteren bir adamın zihninde ve hayatında neler olup bittiğini anlatan bir roman.

Karakter, kitap boyunca kendi içinde zıtlıklar yaşar ve bunu da okuyucuya net bir şekilde aktarır. Tıbba ve doktorlara saygısı olduğunu, ancak tedavi olmayacağını, eğitimli ama aynı zamanda boş inançları olan bir adam olduğundan bahseder. Tedavi olmamasının sebebi olarak da çok inatçı birisi olmasını gösterir. Bu inatçılığını da ilerleyen bölümlerde karşımıza sık sık çıkaracaktır.

Freud'un psikoseksüel gelişim teorisine göre, burada karakterin çocukluğu hakkında ipucu edinebiliriz. İnatçılığının kaynağı, bir-üç yaş dönemini kapsayan anal dönemdir. Kişinin bu döneme ait çatışmalarını çözemediği düşünülebilir. Genel olarak baktığımızda da karakterin herhangi bir gelişim dönemini başarıyla tamamladığını söylemek de güç görünüyor. Sözgelimi memurluk döneminde kaba birisi olduğunu ve insanların canını sıkmaktan zevk aldığını söyler. Oysa aynı zamanda kendine yapılan en küçük bir iyilikte de yelkenleri suya indirdiğini, ama sonradan da pişman olduğunu anlatır. Burada karakterimizin gerçek benliği ve sahte benliği ile bu ikisinin çatışmasından doğan pişmanlığını görürüz. Kaba bir insan olması onun sahte benliğidir, çünkü ancak bu şekilde diğer insanlar onu ciddiye alabilecektir. Ego, karakterin gerçek benliği olan korkak ve yumuşak huylu kişi, toplum içinde ciddiye alınmayacağından böyle bir savunma mekanizması oluşturmuştur.

Sonrasında zeki insanların asla bir baltaya sap olamayacağını, olanların ise yalnızca aptallar olduğunu söyler. Burada narsisizmi ve savunma mekanizmasını bir arada görürüz. Bir baltaya sap olamamasının nedenini zeki olması ile rasyonelleştirmiş ve bunu başaranları da kendince küçümsemiştir. Aynı şekilde, "Her şeyi anlamak bir hastalıktır," diyecek ve anlayışlı bir insan olduğu için bu halde olduğunu söyleyecektir. Ve karakterimiz, tüm olumsuz yanlarını bir olumlu yanına bağlamaya devam edecektir. Bir aşağılık kompleksine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ki bunu yine, "Çevremdeki herkesten daha akıllıyım ve bu yüzden böyleyim," diyerek devam ettirecektir.

Bazen de bunu kolektif bilinçdışına bağlayarak yapar. Kendini suçlu hissetiğinde bir tabiat kanununa uymakta olduğundan bahseder. Ya da ne kadar namuslu bir adam olduğunu anlatırken her namuslu adamın korkak olduğundan ve bunun doğuştan geldiğinden söz eder.

Kendisinden bahsettikçe sosyal fobik yanını da görmeye başlıyoruz. Diğer insanlarla göz teması kurmakta ne kadar zorlandığından, gözlerini hemen kaçırdığından, utangaç birisi olduğunu söyler. Sonraki bölümlerde buna paralel olarak, "Neden benden başka kimse kendisine tiksinilerek bakıldığının farkına varmıyor," diyecektir. Bu tipik bir sosyal fobi belirtisi olarak kişinin, diğerlerinin kendisini izlediği ve hakkında değerlendirmelerde bulunduğu sanrısıdır. Bu değerlendirmeler, kişi için son derecede önemlidir. Burada da bir narsisizmden bahsedilebilir. Kişi kendini fazla önemli görmekte ve diğer herkesin ilgisinin kendi üzerinde olduğunu düşünmektedir.

Bir sonraki kısımda ise, karakterimizin gölge arketipini, yani kişinin çatışma içinde olduğu karanlık ve uyumsuz tarafını görürüz. Bunu da fare ile sembolize eder. Anlayışlı bir adamı fareye benzetir ve bu farenin tek kaçış yolu ise yeraltındaki deliğidir. Farenin sürekli hakarete ve alaya maruz kaldığından, bunları hatırlayıp sinirlendiğinden bahseder. Sahip olduğu korkuları ve endişeleri itiraf etmektedir. Aykırı kişi olmanın zorluğunu anlatır. Toplumsal normlara aykırı hareket edildiğinde diğerlerinin hemen nasıl karşı çıkacağından ve aykırı kişi olmanın zorluğundan bahseder. Bu normları anlatırken de duvarı sembol olarak kullanır: Bu duvardan hoşlanmıyordur, ancak duvarı yıkacak kadar da güçlü değildir. Kişinin ideali ve gerçekliği yine çatışma yaşayacaktır, ancak bu itirafları onun bireyselleşme sürecinin de önemli bir parçası olacaktır. Çoğumuzun bilinçaltına ittiği gölgesi ile yüzleşmeyi ve onu bilince getirmeyi başarmıştır. Jung için bu, bireyselleşmenin en önemli adımlarından biridir. Küçüklükten itibaren, "Affedersiniz babacığım, bir daha yapmam," demekten nefret ettiğini, ancak masum olduğu zamanlarda bile böyle söylediğini anlatır. Burada da karakterin babası ile sorunlu bir ilişkisi olduğundan, belki de bir Oedipus kompleksinden söz edilebilir. Otoriter bir figür altında ezilmiş bir çocukluk dönemi geçirmiş olabilir. Gerçek hayattaki kimliğinden oldukça rahatsız olan karakterimiz, kendini giderek hayal dünyasına hapsetmeye başlayacaktır; hatta bu hayal dünyası artık tehlikeli boyutlara ulaşacak, kafasında kurduğu bir hayatın içinde yaşamaya başladığını söyleyecektir. Hayal dünyasında her şey mükemmeldir: Maceradan maceraya atılır, istediği kahramanlıkları yapar ve tüm insanların ilgisi onun üzerindedir. Ancak kişinin sahip olmak istediği hayat ile gerçek hayatı arasındaki bu uçurum, psikoz başlangıcı olarak görülebilir. Karakterimizin duygu durumunun sürekli değişmesi ve gelgitler yaşaması da bunu destekler niteliktedir. Bu hayal âleminde yaşama durumunu da ilerleyen sayfalarda yine göreceğiz. Üç ay boyunca odasında "iyi ve güzel şeylerle" hayal âlemine dalmış bir şekilde yaşamıştır. Bu hayallerinde ya hep ya hiç anlayışı ile (ki burada da bir bilişsel çarpıtmaya sahip olduğundan bahsedebiliriz) kimi zaman kendini bir kahraman, bir yıldız olarak; kimi zamanda bir zavallı olarak hayal etmektedir. Ancak nasıl olursa olsun, sonuç olarak her halükârda bundan keyif almaktadır.

Kahramanımızı tembel kişiliğinden bahsederken de görürüz. Ve bunu her fırsatta da dile getirmeye çalışacaktır. Dünyevi zevklerine, iyi ve güzel olan şeylere duyduğu yoğun arzunun esiridir. Burada da Freud'un zevk prensibine değinebiliriz. Kişi sözkonusu ihtiyaçları karşılanmadığında (ki genellikle karşılayamamaktadır) yoğun bir sinir ve endişe hali yaşamaktadır. Kendini eve kapatıp kitaplardan başka bir hayatı olmamaya başlayan karakterimiz kendisini dışarı atar, bir bilardo salonuna gider ve oldukça yapılı bir subay tarafından yolu kapattığı için köşeye itilir. Buna oldukça içerlenir ve onu dövmek ister. Bunu hemen yapmak niyetindedir, ancak kendisi oldukça kısa ve çelimsiz bir tiptir ve bu nedenle de bir kavga durumunda muhtemelen dayak yiyecektir. Burada da ego devreye girerek id'i mantıksız kararından döndürür.

Bu olay ile birlikte kahramanımızın obsesif kişiliğini de görmeye başlarız. Ego'nun devreye girmesi kısa sürede onu korusa da uzun sürede bu olayı takıntı haline getirmesine sebep olacaktır. Sokakta sürekli olarak karşılaşmaya başladığı subayı tam bir yıl boyunca takip etmeye başlar, hakkında bilgiler edinir ve bir dedektif gibi izini sürer. Nefreti giderek güçlenmektedir. İki yıl sonunda adamı düelloya davet edecek bir mektup yazar, fakat bunu göndermez. Sonrasında da uzun uzun planlar yapar ve yolda yürürken adama bilerek çarpar. Bu, bir savunma mekanizması olan eyleme dökmedir. Çarpışma sonrası karakterimiz rahatlamıştır, oysa çarptığı adam bu durumu hiç önemsememiştir bile.

Bir sonraki bölümde karakterimizin çocukluğunu daha da yakından tanırız. Çocukluğundan ve okulundan nefret etmekte ve o günlere lanetler okumaktadır. Jung çocuk arketipinin kişinin gelecekteki potansiyelini temsil ettiğini belirtir. Bu durum, karakterimiz için son derece uygundur. Şu an ne kadar uyumsuz ve geçimsiz ise, geçmişteki hali de aynıdır; huysuz, somurtkan, hırçın, inatçı ve yalnız bir çocuk arketipine sahiptir, diğerleri tarafından pek umursanmaz. O da içindeki bu yabancılık hissinden kaynaklı öfke ve nefret enerjilerini derslerine aktarmış ve son derece başarılı bir öğrencilik geçirmiştir. Burada da bir yüceltme savunma mekanizması görürüz.

Bir gün okul arkadaşlarından birinin evine gider ve orada diğer arkadaşları ile karşılaşır, kendini grubun içine dahil etmeye çalışır. Normal bir birey gibi hareket etmek ister, kısmen başarılı gibi de görünür, kendini grubun bir sonraki gün yapacağı buluşmaya davet ettirir. Ancak işleri çok çabuk bozacak, buluşma sırasında sarhoş olup son derece huysuz ve kavgacı tavırlar sergileyerek gruptan dışlanacaktır. Sonrasında sarhoş bir halde kendini başka bir evde gözünü açarken bulacak, o anda da evin genç hizmetçisi Liza ile tanışacaktır. İlk andan itibaren kıza ilgi duyduğu açıktır, ne var ki topluma ve insana uzak karakterimizin iletişim yeteneği de buna bağlı olarak zayıftır. Kızı sorguya çeker gibi sürekli sorular sormakta, kız ise bunları kısa cevaplar ile geçiştirmektedir. Bu durum karşısında giderek daha da öfkelenir. Zaten arkadaşları ile yaşadıklarından ve onların gözünde küçük düştüğünü sanmasına rağmen intikam alamadığı için çok sinirlidir. Konuyu kendi çocukluğuna getirir: Anne-baba sevgisinden yoksun büyüdüğünden ve ileride bir kız çocuğunun olmasını çok istediğinden bahseder. Tıpkı Freud'un baba-kız yaklaşımı gibi o da kendi kızının evlenmesini istemeyeceğini, onu çok kıskanacağını söyler. Sonrasında, gerçek bir aşkın nasıl olması gerektiğini, neler beklediğini anlatır. Bunları oldukça etkileyici bir dil ile anlatmıştır ve kızın da ilgisini çekmeye başlamıştır, fakat kahramanımız bunun farkında değildir, kızın hâlâ kendisini umursamadığını düşünmektedir. Bunun üzerine kızı son derece ağır laflarla aşağılamaya ve küçük düşürmeye çalışır; bir önceki gün yaşadıklarının acısını şimdi genç hizmetçiden çıkarmaktadır. Burada da yine bir savunma mekanizması olan yer değiştirmeyi görürüz. Kız ağlamaya başlayınca bir pişmanlık duyar ve evine gider, giderken kıza kartını vermiştir ama gelmesinden de son derece korkmaktadır. Burada da gerçek hayatı ile idealize ettiği hayatının çatışmasının etkilerini yaşamaktadır. Kıza varlıklı ve güçlü biri gibi davranmıştır, oysa kız evine geldiğinde aslında ne kadar da parasız ve zavallı biri olduğunun farkına varacaktır.

Nitekim öyle de olmuştur. Kızı hiç beklemediği bir anda evinde bulur ve kızın kendisinin gerçek yüzünü gördüğü düşüncesiyle kriz geçirmeye başlar, oldukça hiddetli bir şekilde bağırarak ve yine kıza hakaretler ederek onu ağlatır ve kız çekip gider.

Böylece bu zamana dek bir türlü sevemediği toplumdan kendini uzaklaştıran karakterimiz, şimdi de kendini sevdiği kişiden uzaklaştırıp hikâyesini tamamlar.