Film, bir Anadolu kasabasında bir gece işlenen cinayeti ve ardından yaşanılan olayları konu ediniyor. Erkekler arasındaki güç savaşının, zevklerin, yani id'in ahlaka, yani süper ego'ya üstünlüğünü ve kadınların erkekler için önemini gözler önüne seriyor. Daha çok sosyolojik bir film gibi görünse de, savunma mekanizmalarının, arketiplerin bolca işlenmesi ve kişilerin iç dünyalarını vurgulaması sebebiyle de psikolojik bir film olarak değerlendirilebilir.

Film, bir oto sanayisinde üç kişinin bir sofradaki konuşmalarını buğulu bir camın ardından hem görüntüsü, hem de seslerinin net olmayacak bir şekilde gösterilmesiyle başlar. Bu sırada hava karanlık, gök gürültülü ve yağmurludur. Havanın durumu ile belirsiz ses-görüntü detayı birtakım karmaşık ve karanlık olayların habercisi gibidir (ileride hava aydınlanınca olayların da açığa kavuşacağını göreceğiz). Görüntü netleşmeye başlıyor ve kahkahaların bol olduğu koyu bir sohbetin gerçekleştiği bir rakı sofrası görüyoruz.

Sonraki sahnede iki sivil, bir askeri araç, boş bir arazideki kuyuya doğru gider. Sofradaki üç kişiden biri, yanında komiser ile cinayet yeri olduğu düşünülen yere doğru ilerler. Ancak aradıkları yer orası değildir ve katil, onları bu şekilde, sürekli olarak yanlış yerlere götürecektir. Arabaya binip bir sonraki yere gittiklerinde ise, ilk güç savaşı patlak verir. Katilin bulunduğu arabada ayrıca doktor, komiser, polis ve 'Arap' lakaplı şoför vardır. Konuştukları sırada konu yoğurda gelir ve komiser ile polis arasında bir tartışma başlar. Komiser polise ağzının tadını bilmediğini ve yoğurttan anlamadığını söyler. Bunu yaparken de doktor ve Arap’tan onay arayıp gücünü daha da hissettirmeye çalışır. Alt kademe olan polis ise pek bir şey diyemez. Komiserin kendinden alt kademe olanlara karşı olan bu tavrını ise film boyunca görürüz. Bu tavrı aslında, bir savunma mekanizması olan yer değiştirmedir. Çünkü komiserin engelli bir oğlu ve sürekli azar işittiği bir karısı vardır. Ayrıca ileride de savcı tarafından sık sık azar yiyecektir. Bu azarlamalarda oldukça sessiz ve pısırık kalan komiser, bunların acısını kendisinden daha güçsüz olan diğerlerinden çıkarmaktadır. Bu konuşmalar sırasında en arkada doktor ve polis arasında oturan katil ise, âdeta 'yabancılaşan birey'in resmi gibidir. Konuşulan konulara uzak, uykusuz, perişan ve kendi halinde öylece oturmaktadır.

Ardından üçüncü kez, cinayet yeri için bir kuyuya giderler. Bu sahnede filmin asıl karakteri olan doktor ile ilgili ilk detaylar ortaya çıkar. Doktor, şehirden kasabaya gelen, kendi kabuğuna çekilmiş ve diğerlerinin sürekli akıl danıştığı bilge arketipidir. Diğerleri kuyuya doğru giderken, o ters yönde, tek başına başka bir yere doğru ilerler. Bu sırada şimşek çakar ve karşısındaki kayalıklarda insan yüzüne benzeyen kabartmalar görüp korkarak diğerlerinin yanına döner. Kendisiyle baş başa kalmak istese de bunu başaramamış, yine diğerlerinin arasında bulmuştur kendini. Diğerlerinin yanına dönmesiyle Arap lakaplı şoförle bir sohbete girerler. Burada doktor, nihilist bir bakış açısıyla gelecekte her şeyin son bulacağını, hiçbirinin şu anda yaptıklarının hatırlanmayacağını bir şairden alıntılarla anlatır. Anlattıklarını ise o sırada orada bulunan savcı, kendi gibi birini bulduğunu düşündüren gözlerle hayranlıkla dinlemektedir. Ne de olsa oradaki en eğitimli iki kişi savcı ve doktordur. Zaten sonrasında savcı bir tek doktora bir şeyler anlatacak ve kendisi için önemli bir kırılma yaşayacaktır. Savcı ise burada hükümdar arketipidir; ortamın lideri ve gücü elinde bulunduran kişisidir. Herkese ne yapması gerektiğini söyler ve doktor hariç herkes ona yaranmak için elinden geleni yapar.

Bir sonraki sahnede dördüncü kez bir kuyuya giderler. Bu sahne aynı zamanda doktor ile savcının ilk kez sohbet edecekleri sahnedir. Sohbet ilerledikçe bireysel konulara, özellikle de kadınlar konusuna girerler. Savcı, doktora çocuğu olup olmadığını sorar. Doktor, o an için evli olmadığını, boşandığını söyler. Bunun üzerine savcı, "Çocuğun olmadığı iyi olmuş," der (böyle demesi aslında kendisiyle ilgilidir). Sonrasında savcı savunma mekanizmalarının mükemmel bir örneği olan hikâyesini anlatmaya başlar. Hikâye aslında kendi başından geçmiştir ama bir arkadaşının hikâyesi olarak anlatır bunları. Savcının karısı, bebekleri doğduktan hemen sonra intihar etmiştir ve sebebi de savcının karısını aldatmasıdır. Ancak savcı bu kabul edilemez durumu baskılar, inkâr eder ve gerçeği çarpıtır. Kadının ölümünden bahsederken, "Kadın bir süre sonra öleceğini söyledi ve öldü," diye bahseder. İntihar etmesinin sebebi olarak asla kendisini görmez. Bu aldatma olayında da yine id'in süper ego'ya üstünlüğünü görürüz.

Sonraki sahne filmin en çok konuşulan sahnelerinden biri olan elma sahnesidir. Arap, bir ağaçtan elma almak için dalları çeker ve bir elma daldan düşerek yokuş aşağı yuvarlanmaya başlar. Elmanın burada bir sembol olduğu kesindir, ancak neyin sembolüdür? Elma arazide yuvarlandıktan sonra akıntıya karışır ve yolculuğuna burada devam eder. Elma akıntıda ilerledikçe, arkada komiser ve savcının seslerini duyarız. Elma yere düşmeden hemen önceyse katil ve doktorun birbirleri ile bakışmasını görmüştük. Elma son olarak üç tane elmanın yanında yolculuğunu sonlandırır, artık dört elma yan yanadır. Bu dört elma ise yukarıda saydığım dört kişinin aslında günahı temsil ettiği şeklinde yorumlanabilir. Âdem ve Havva cennetten yasak elmayı yediği için kovulmuştur (yasak elma birçok kaynakta seksi de temsil eder, aslında 'günah' burada sekstir); buna paralel olarak dört kişinin ortak özelliği ise kadınlardır: karısı intihar eden bir savcı, eşinden boşanmış bir doktor, eşinden sürekli azar işiten ve eve gitmek istemeyen bir komiser ve yasak ilişki yaşayan ve bu sebepten adam öldüren bir katil.

Bir sonraki sahnede artık arama yapmak için çok geç olduğundan bölgedeki muhtarın evinde konaklamak için yola çıkacaklardır. Arabaya binmeden önce katil, doktordan sigara ister (sigarayı bu filmde bir de, savcıdan azar yiyen komisere Arap'ın "Rahatlarsınız," diyerek verdiğini görmüştük). Bunun hakkında Freud'un ölüm içgüdüsünden, yani Thanatos'tan bahsedebiliriz. Thanatos, Yunan mitolojisinde ölümü temsil eden tanrıdır; Freud ise bu kavramı insanın içindeki yıkıcılığı ve saldırganlığı anlatmak için kullanmıştır. Komiser ve katilin sigara sahnelerinin ortak özelliğiyse, ikisinin de içinde bulunduğu durumdan bir an önce kurtulmak istediği sahneler olmasıdır. En basit kurtuluş yolu da ölümdür. "Sigara ve alkol gibi bize zarar verecek, hatta fazla kullanımı halinde bizi öldürecek maddeler kullanmamız, bilinçaltımızdaki ölüm içgüdüsünden kaynaklı olabilir," der Freud. Komiser, katilin sigara içmesine –aslında kurtulmasına– izin vermez. Eğer sigara içmek, yani kurtulmak istiyorsa komiserin sorduğu sorulara cevap vermesi halinde hak edebileceğini söyler. Burada komiser, savcı üzerinden bir örnek verir ve savcının sigara içebileceğini, çok çalışıp bu konuma kadar geldiği için onun bunu hak ettiğini anlatıp (savcı orada olmadığı halde) onu över. Oysa bu da bir karşıt tepki oluşturma, yani savunma mekanizmasıdır. Çünkü biliyoruz ki komiser, savcıdan hiç de hoşlanmaz.

Bir sonraki sahne yine filmin en önemli sahnelerinden biri olan muhtarın evindeki yemek sahnesidir. Muhtar devletin parasını yiyen kurnaz bir karakterdir. Burada yine id, süper egoya baskın gelmiştir. Devletin parasını halkı ve bölgesi için harcaması gereken muhtar, kendi için kullanmaktadır. Bu ahlaksızlığını da sürekli dini terimler kullanarak gizlemeye çalışır. Günahkârlar arasına bir günahkâr daha eklenmiştir. Yemek yedikleri sırada birden elektrikler kesilir; bunu, ortamın karanlığının ve kirliliğinin bir metaforu olarak değerlendirebiliriz. Tam da bu karanlıkta elinde ışıkla muhtarın kızı belirir; ışık sürekli yüzüne vurmaktadır, tüm güzelliği ve masumiyetiyle karanlığı aydınlatır. Bir anne arketipi olarak görürüz onu. Kız herkese çay dağıtmaya başlar, onu gören herkes, başta doktor olmak üzere büyülenir. Gece boyunca yaşanan kirli olaylar onunla bir anlığına unutulup gider. Ardından katil bir rüya görür, rüyasında gördüğü ise öldürdüğü adamdır, karşısında çay içmekte ve birden boğulmaktadır. Bu da aslında katilin bilincindekilerin dışarı çıkmasıdır. Buradan da anlıyoruz ki katil, maktulü boğarak öldürmüştür ya da öldürmeye çalışmıştır.

Sabaha doğru katil, komisere her şeyi itiraf eder. Öldürdüğü kişinin karısı ile ilişkisi olduğunu, çocuğun da kendisinden olduğunu belirterek cinayet yerini de söylemiştir. Gün daha da aydınlanınca yola çıkarlar. Geceki belirsizlik gün ışığıyla açığa çıkmıştır. Olay yerine varıp cesedi domuz bağı yapılmış bir şekilde bulurlar. Hükümdar arketipine sahip savcının burada narsistik kişiliğini de görürüz. Rapor yazdırdığı sırada maktulü tarif ederken, şaka amaçlı Clark Gable (bir zamanların en popüler jönü) görünümlü olduğunu söyler ve buna herkes güler. Sonrasında da üniversitede kendisine Clark dediklerini anlatır. Ayrıca doktorla olan bir muhabbetinde, "Ben bilmez miyim, koskoca savcıyım," demesi ve diğerlerine sürekli üstünlük taslaması da narsistik kişiliğini göstermektedir.

Maktulü otopsi için hastaneye götürürler, bu sırada maktulün yakınları kalabalık bir şekilde hastane önünde beklemektedir. Katil araçtan çıkar çıkmaz ona saldırmaya çalışırlar. Bu tepkiler katilin çok da umurunda değildir aslında, ta ki kafasına bir taş gelene kadar. Bu taşı atan, öldürdüğü adamın (aslında kendisinin) oğludur. Çocuğa taşı attıran da büyük ihtimalle yanındaki annesidir, çünkü taşı atan çocuk sonrasında korkarak annesinin eteğine sarılır. Yaşananlardan habersiz, saf ve masum bir çocuk arketipi. Burada çocuk, kısmen Oedipus'u çağrıştırır. Çünkü bu taş babayı fazlasıyla etkileyecek, yol boyunca ağladığını da sonrasında komiserden öğreneceğiz. Çocuk bilmeden, fiziki olarak olmasa da manevi olarak babasının ölümüne sebep olmuştur. Bununla ilgili komiserin de etkileyici bir lafı vardır: "Herkes yaptığının cezasını çekiyor, çocuklar ise büyüklerin günahını."

Bir sonraki sahnede, doktoru, muayenesinde eski fotoğraflarına bakarken görürüz: Kendi gençliği ve karısının fotoğraflarıdır bunlar. Bu sahne, geçmişin özlemini yansıtır, kendi kendine kalmışlığı, yalnızlığı gösterir. Sonrasında odaya savcı gelir, konu yeniden savcının intihar eden eşinden açılır. Savcı, karısının kalp krizinden öldüğünü söyler ama doktor bazı ilaçların kalp krizini tetiklediğini, kadının bilerek bu ilaçları almış olabileceğini söyler. Doktorun verdiği ilaç ismi ile savcının karısının kullandığı ilaç aynıdır. Savcı bu ilaçtan bahsederken, "Kayınpederim de kullanıyor, oradan biliyorum," diyerek yalan söyler. Doktor ısrarla kadının intihar etmiş olabileceğini söyleyince, savcı bir aldatma olayı olduğunu, ancak bunun hemen kapandığını anlatır. Ayrıca büyütülecek bir şey olmadığını, sonuçta o sırada sarhoş olduğunu, kendisinde olmadığını söyleyerek, bu aldatma olayını rasyonelleştirme savunma mekanizmasıyla geçiştirmeye çalışır. Doktor ise kadınların böyle şeyleri kolay affetmeyeceğini söyleyerek savcıda ilk kıvılcımları yakar; bunun üzerine savcı, doktora, "Bir insan, başka birini cezalandırmak için intihar eder mi," diye sorar; doktor da "İntiharlar zaten bir başkasını cezalandırmak için değil midir," deyince, savcı ilk kez, karısının intiharından sorumlu olduğunun ayrımına varır.

Otopsi öncesi sahnede maktulün oldukça genç olan karısı, kocasını teşhis ederken hiçbir üzülme belirtisi göstermeyip donuk ve umursamaz bir ifadeyle kocasına bakmakta ve o olduğunu onaylamaktadır. O sırada gözünden bir damla yaş süzülür, fakat bu yaş kocası için değil de âdeta erken yaşlarda, istemediği biriyle evlendirilerek çalınan gençliği içindir.

Son sahne ise, otopsi sahnesidir. Burada akciğerde toprak bulunur, bu da canlının aslında diri diri gömüldüğünü gösterir. Otopsiyi yapan kişi doktora bunu söylese de bilge arketipine sahip kasabanın en aydınlık erkeği olan doktor, böyle bir şey olmadığını söyleyecek ve o da diğerleri gibi suça bulaşmış olacaktır. Bunu yapmasının sebebiyse basittir: Böyle bir rapor yazması durumunda adam büyük ihtimalle hapisten çıkamayacak, kadın ve oğluna bakamayacaktır.

Böyle bir şeyi iyi niyetinden yapmış olsa da, artık o da günahkârlardan biridir ve bunu da maktulün kanının doktorun yüzüne sıçraması ve filmin bu sıçrayan kanla bitmesinden anlıyoruz.