Adabını bilmesek de tartışmaktan geri durmayan bir milletiz. Bir meseleyi analiz etmek için yapılan münazaralar çoğu zaman kırgınlıkla neticelenebiliyor. Tartışmanın unutulan ve göz ardı edilen usulü belki de bu kördüğümün tek açarı.

Meşhur bir vecizedir "Bârikâ-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar" cümlesi. Birçok mütercim, bu darbımeseli "Hakikat kıvılcımı, fikirlerin çarpışmasından doğar," diyerek bugünün diline aktarmış. Gelin görün ki hakikat kıvılcımı doğmasına sebep olacak gerçek fikir tartışmalarından hayli zamandır mahrumuz. İncir çekirdeğini doldurmayacak mevzuları bile müşküle dönüştürüp bir sinir boşalması yaşayabiliyoruz. Konuşulan mevzuların çoğu dedelerimizden bakî kalan köhnemiş mevzular. Sosyal medyanın tuz biber ektiği münazara adabını bilmeme de buna eklenince gerek dost meclislerinde, gerek medya, gerek TBMM tartışmalarında deyim yerindeyse rüzgâr ekilip fırtına biçiliyor.

Atalarımız bu hususta “Usûl esastan ak demdir” tabirini şiar edinmiş. Yani bir meseleyi ele alma tarzı, neyin tartışıldığından önce gelir. Hamaset ve tahrip hislerine teslim olmuş tartışmaların merkezinde de işte bu nokta yatıyor. Zihinleri teshil etmek asıl maksat değilse, meyvesi, itham, hakaret ve tehditvari sözler olacak bu tür sataşmalara girmenin anlamı ne ola ki?

Latincede “Argumentum ad hominem” (insan karalama safsatası), denerek yapılan hata, belki de Türkiye'de en çok düşülen mantık hatası. Tartışmayı kendi mecrasından çıkarıp doğrudan doğruya muhatabın şahsiyetini çürütmek ve onu hakir göstermek yoluyla ikna anlamına geliyor. Bu kimselerin yegâne amacı mugalata (demagoji) yaparak tozu dumana katmak ve yaftalamak suretiyle ilgili kitlenin aklını karıştırmak. "Müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış" sözünden ilhamla muarızın geçmişte yaptığı farz edilen (mevzu ile alakalı-alakasız) kusurları bulmak, safsatacıların tamah ettiği bir yöntem.

 

***

Bu konuda gündemle alakalı olarak TBMM'de son günlerde yapılan Milli Savunma Bakanlığı bütçe görüşmelerinde Sağlık Bakanlığı eski Müsteşarlarından İYİ Partili Milletvekili Aytun Çıray ile eski Genelkurmay Başkanlarından Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar arasında bir tartışma yaşanmış.

Yorumsuz olarak Meclis tutanaklarından aynen aktarıyorum:

Çıray: Eski defterleri açmak olacak ama madem buradasınız, Süleymaniye'de Türk askerinin başına çuval geçirilme emrini veren ABD'li komutan Odierno'nun elinden liyakat nişanı aldınız. Sizin bu ödülü aldığınız saatlerde PKK'lılar İdil'de silahlarıyla resmigeçit yapıyordu. TSK'nın kurumsal onurunu yerle bir eden adam aracılığıyla verilen bu ödülü niye kabul ettiniz? Bu ödülü reddetseniz, sonuçları ne olurdu? Genelkurmay Başkanı olmanızın önünü keserler miydi?

Akar: Bir tek ben mi aldım o ödülü? Bilmeden konuşmayın.

Çıray: Acziyetin ifadesi, kendi kişiliğinizi ortaya koyuyorsunuz. Her kim almışsa ayıp etmiştir.

Akar: Karşına televizyonu alıp propaganda yapıyorsun. Boş konuşuyorsun.

Çıray: Bağırarak haklı olamazsın. Sadece acziyetinizi ortaya koyuyorsunuz.

Akar: Aynı şeyi çiklet gibi çiğniyorsun. Aç bak listeye, almayan yok (masaya vurarak).

Çıray: Bu ödülü kimin elinden aldığınız önemli.

Akar: Karşına kamerayı koy, şov yapmak için. Biraz sonra bunları yayınlayacaksın, oy alacaksın. Nah alırsın böyle oy.

Çıray: Siz bu memlekette Genelkurmay Başkanlığı yaptınız he. Ne ayıp! İlk defa küfreden bir Genelkurmay Başkanı ile karşılaşıyorum. Ben Türkiye Cumhuriyeti’nde Müsteşarlık yapmış, devletin ne demek olduğunu bilen biriyim. Akıl vermeyin.

Akar: Bozulmuşsun.

Çıray: Sizsiniz bozuk.

Akar: Sen bozuksun. Yazıklar olsun.

 

***

Fikir ve bunları sunuş marifeti olan belagat yoluyla takrir edilen münazaralar, bir zamanlar Osmanlı medreselerinde var olan "adabu'l-bahsve'l-münazara" usûl derslerinden biriydi. Mesela Taşköprülüzade (1494-1561) Miftahu's-Sa'ade adlı eserinde, öğrencilerin görevleri arasında konuları yaşıtlarıyla karşılıklı gözden geçirmeyi, birlikte incelemeyi ve münazarayı sayar. Daha sonra tartışmanın amaçları ve nasıl olması gerektiği üzerinde durur. Ona göre, tartışmada doğrunun ortaya çıkarılması amaçlanmalıdır. Üstün gelmek, övünmek veya karşısındakini utandırmak amacıyla tartışmak uygun olmadığı gibi bu amaçlarla tartışan kimselerin tartışmalarından olumlu bir sonuç alabilmesi de mümkün değildir; ayrıca dinen de sakıncalıdır. Taşköprülüzade'ye göre insaflı, hoşgörülü, dikkatli, düşünceli olmak ve duygulara kapılmamak tartışmanın adabı arasındadır. Münazaranın özünü istişare oluşturur ve istişare sadece doğruyu ortaya çıkarmak içindir; bu da ancak temiz bir kalp, düşünceli olma ve insafla gerçekleşir.

Yine eski devirlerde, başta hükümdarlar olmak üzere, zengin ve nüfuz sahibi kimselerin uhdesinde fikrî tartışma ortamı tesis edildiğini de hatıralardan ve kayıtlarından biliyoruz. Bugün bu vazifeyi az da olsa devam ettiren münazara kulüpleri mevcut. Ama gayet iptidai gerçekleşen bu toplantılar ihtiyaç duyulan tesirden uzak bir vaziyet arz ediyor.

Oysaki toplumumuzda sürekli çatışmaların, ufak tartışmalar yüzünden insanlığın ne boyuta geldiğini hepimiz biliyor ve her gün görüyoruz. Hatta net ortamında tartışıp bunu gerçek hayata taşıyan insanlar da mevcut. Demek ki ciddi bir sorunumuz var tartışmayla ilgili.

Konuları karşılıklı gözden geçirip incelersek, hoşgörülü olursak, biraz daha dikkatli incelersek yazılanları, konuşulanları, zihnimizdeki duygusal duvarlardan bir nebze olup sıyrılarak var olanı görebilirsek o zaman tartışma adabını sağlamış olacağız.