İngiliz siyaset felsefecisi Thomas Hobbes, 1651 tarihli Leviathan adlı eserinde salt doğa kanunlarıyla yaşamayı anarşi olarak tanımlar. Böyle bir düzende korku egemendir. Çünkü doğa, hayatta kalmak adına rekabetçi ve acımasızdır. Devlet, doğa kanunlarının üstündeki kanunları ve cezalarıyla insanların bu korkudan muaf olarak yaşamalarına imkân sağlar. İnsanlar da korkuyla yaşamaktansa özgürlüklerinden vazgeçip bu haklarını devlete teslim etmeyi önerir.

Siyaset ve korku bağlamını en iyi şekilde ele alan diğer bir felsefeci Baruch Spinoza ise, Hobbes'un savunduğu bu korku siyasetini devlet adına savunmaz. Spinoza siyasi iktidarın kendi vatandaşlarını hâkimiyeti altına almak için sürekli korkuyu kullandığını ileri sürer. Ancak bu yöntem vatandaşlarına mutluluk getirmez. Sadece vatandaşları üzerinde korku yaratan siyaset anlayışı kendi iktidarını sözde sağlamlaştırır.

Türkiye Spinoza'nın farklı tarz ve ayarlanabilir dozlarda Korku Hâkimiyetinin hüküm sürdüğü altın çağını bir kez daha yaşıyor. "İnsanların çoğu sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin değerini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için," diyen Shakespeare'in bir öyküsü bugünü de şöyle anlatır:

"Korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde, köpekten korkmaya başlar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, avcıdan korkmaya başlar. Büyücü bakar ki ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye olanak yok. Onu eski haline döndürür ve 'Sen korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem,' der."

Bağnazlığın ürünü olan totaliter korku düzenlerinde tek güç, her şeyi bilen, her şeye karar veren liderdir. Sürekli düşman yaratılır, korku artırılır. Korkarak yaşayan insan mutsuzlukla, kaygıyla dolar. Toplum, düşünmeyen bir yığına dönüşür. "Ya başıma bir şey gelirse!" kuşkusuyla dolan insanlar sormaya, öğrenmeye korkar, birbirine "Kendine dikkat et!" der.

Bugün de toplumun büyük bölümü mutsuz, tedirgin, korku ve endişeyle dolu. İnsanlar, düşündüklerini söylemekten, hatta düşünmekten korkar durumda.

 

Hakikati söylemekten kaçınmak, çekinmek, korkmak devrini yaşıyoruz.

Yapılan hesap siyasal İslam'ın statükosunu korumak, güçlendirmek, sürdürmektir. Hesap "Şahsım Devleti" Rejimi’nin gidişi olmayan ebedi bir iktidar tahayyülüdür!

Bu hesap, Cumhurbaşkanı'nın daha önce yaptığı konuşmalarda, "AKP kaybederse tüm Türkiye kaybeder" saptamasından da anlaşılıyor. Böylece, bir siyasi partinin kaderiyle tüm ülkenin kaderi özdeşleştiriliyor. Bu "AKP = Devlet = Tüm Türkiye" özdeşliğine göre ülkesini sevenlere de, gelecek seçimleri AKP'nin kazanması için gereken her şeyi yapmak düşüyor. Bu siyaset anlayışı Hobbes geleneğinin liberal muhafazakâr Müslüman versiyonudur. Malum odaklar iktidarlarını kaybetme korkularını kendi korkularımız olarak görmemizi; tek çaremizin arkalarına takılmak olduğunu telkin ediyorlar; özgürlüklerimizden ve iradelerimizden vazgeçmemizi istiyorlar... AKP iktidarı toplumun yüzde yetmişine rağmen, devleti yönetmenin kendi bildiği "AKP = Tüm Türkiye" siyaset anlayışından geçtiğini düşünmektedir. Bu siyaset anlayışı demokrasinin yükselmesini değil, demokrasinin krize girmesine neden olmaktadır.

Korkuyla büyüyenlerin kendi korkuları herkesinkinden daha büyük hale geliyor. Bu bir kaderdir. Çünkü suçları büyüktür, adaletten korkarlar; hukuksuzlukları kitaplara sığmaz, hukuktan korkarlar; yolsuzlukları dağ olmuştur, hesap vermekten korkarlar... Sesten korkarlar, sesten! Sözü olan susmalıdır; radyoysa radyo, gazeteyse gazete, televizyonsa televizyon. Karanlık noktalara ışık tutmaya çalışan kim, ne varsa makbul görünmez. İtirazdan korkarlar, 'hayır' diyebilenin sonu yok edilmeye mahkûm kılınır... Bir kere insan susmayadursun; terörist damgası yememek için, işinden atılmamak için, kovulmamak için, içeri tıkılmamak için...

Merkezi devletin şiddet uygulama, yargılama ve cezalandırma aygıtlarını, yürütme organını kendi iradesi altında, Meclis'i etkisizleştirerek toplayan AKP liderliği, son günlerde Ekrem İmamoğlu'na verilen ceza ile başta İstanbul olmak üzere yerel yönetimleri de bu iradeye doğrudan bağlamaya çalışıyor. Muktedir kendi gündemini, kendi siyasi anlayışını kurumlara, belediyelere, kamusal alana, tüm topluma zerk ediyor. Herkes kendi mahallinde ona öykünüyor. Koca bir memleket maskeli baloya dönüyor... Herkes olan bitenler karşısında biçare: Sus ki terörist sayılmayasın, sus ki adın çıkmasın FETÖ'ye, PKK'ya, vatan hainliğe, casusluğa! Sus ki hayatın kararmasın... Ama kararan bu ülkenin geleceği, ortak geleceğimiz.

Unutulmaz Alman yönetmen Rainer Werner Fassbinder'in 1973 yılı yapımı Korku Ruhları Bitirir diye bir filmi var. Korkunun insanın ruhunu nasıl kemirdiğini, kendi olmaktan çıkarıp başka güçlerin oyuncağı haline getirdiğini ve derin bir mutsuzluğa sürüklediğini anlatır. Bizim de ruhlarımızı korkuya yedirmemek için, ideallerimize ve değerlerimize her zamankinden daha kararlı bir şekilde sahip çıkmamız; sözün hükmünü yitirmemesi için, korku hâkimiyetini hükümsüz kılmak için, vicdandan, ahlaktan ve adaletten yana olmak için, gerçekleri dile getirmekten çekinmeyip kendi sözümüzü cesaretle her zamankinden daha açık söylememiz gerekiyor.

Bir hükümet söz özgürlüğünü ne kadar kısmaya çalışırsa, ona o kadar karşı konur, konulmalıdır. Spinoza'nın değindiği gibi:

"Şayet ruhlara hükmetmek dillere hükmetmek kadar kolay olsaydı, bütün hükümdarlar güvenli bir şekilde hüküm sürerdi ve zalim güç diye bir şey olmazdı. Zira o zaman bütün insanlar hükümdarlarının fıtratına göre yaşar, neyin doğru neyin yanlış, neyin iyi neyin kötü, neyin adil olduğunu neyin olmadığını sadece onların buyruklarına göre değerlendirirdi. Fakat... bir insanın ruhunun, başka bir insanın hakkına tamamen bağlı olması imkânsız bir şeydir. Hiç kimse kendi doğal hakkını, yani her konuda özgürce akıl yürütme ve özgürce değerlendirme yetisini bir başkasına devredemez; dahası, hiç kimse bu bapta baskı altına alınamaz. İşte bu yüzden diyoruz ki, devlet ruhlara yöneldiğinde şiddet uygular."

Korku toplumunun şiddet ve yalanlarla egemenliğini sürdürdüğü koşullarda, insanlığın direnişinin, özgürlük arayışının belleği ve ulusal değerlerlerimiz yolumuzu ışıtır. Çünkü yaşam ve kaliteli bir hayat ancak korkutanlara karşı kalitesi yüksek, cesaret sahibi bir fikir mesaisiyle, insanın savaşımıyla anlam kazanır.