Sabah her zamanki köşeme oturdum ve dolmuşun dolmasını bekledim. En son, orta yaşlarını takriben on yaş geçmiş bir çift bindi.

Adam yanımda oturan kızın yanına sıkılarak bakarak, "Buğaya otuğabiliyoğ muyum," diye sordu.

Endişesinde belki de haklıydı, çünkü koltukta yer kaplayacak yeri oldukça büyüktü. Biz her gün binenler iki kişilik yere iri iri insanlarla üç kişi oturmaya alışmış olmanın rahatlığıyla adamın sorusunu gereksiz bulmuştuk. Boş gözlerle baktık, üstelik cevap bile vermedik.

Eşi de, "Kusura bakmayın," diyerek arkadaki üç kişiyi sıkıştırdı.

Nezaketleri İstanbullu olmayışlarından dolayıydı ama henüz söylemedikleri için dolmuş ahalisi olarak şaşırmaya devam ediyorduk.

Adam, "Ünalan ne kadağ?" dedi.

Şoför, "Üç buçuk," diye cevap verdi.

Arkaya dönüp kadına biğşeyleğ sordu ama duyamadım. Sonra şoföre 5 lira uzattı.

Mesleki deformasyondan dolayı müdahale ettim, "Bir kişi ücreti üç buçuk," dedim.

Şaşırdı. Bazen küçük hesaplamaları yapamayız ya, tam öyle oldu. Şaşkın şaşkın baktı kaldı.

"İki lira daha verin tamamlansın," dedim.

İlk defa bindiklerini ve Ankara'dan geldiklerini söyledi, tabi 'r' harflerini söyleyemedi. Adamı çok şirin bulmuştum.

Biz bu şekilde muhabbet ederken bir taraftan da dolmuşta arabesk yayın yapılıyordu. Her şey sakinleyince şarkıyı fark ettim. Kim söylüyor bilemiyorum ama şarkıyı bir erkek eski sevgilisine söylüyordu. Kızı evlendirmişler ve bir oğlu olmuş. Çocuğa bizim yanık âşığın adını koymuş ve baktıkça onu hatırlıyormuş.

"Fesupanallah," deyip acaba daha neler diyecek diye dinlemeye devam ettim. Şarkı bitmek bilmiyordu.

Şirin adam da hareketlendi, arkaya dönüp kadına fısır fısır bir şeyler söyledi yine.

Dayanamayıp ben de, "Çok uzun sürmedi mi," diye sorunca yanımdaki kız gülmeye başladı.

Sonrasında arkadaki yedili kahkahalara boğulduk.

Şarkı kadar uzun sürmese de kahkahamız, sabahı neşelendirmeye yetmişti.