21'inci yüzyılda sol siyasetin geçerliliği kaldı mı? Bu soruya kendi ülkemizin gerçekliği ötesinde, daha uzun vadeli ve geniş bir perspektiften bakmayı öneriyorum bugün. Örneğin Almanya'nın gelişmiş ekonomisine ve sosyal devletine rağmen, 2017 genel seçimlerinde sol partiler, SPD, Die Linke (Sol) ve Yeşiller, toplamda oyların yüzde 38.6'sını halen alabildiğine göre, bu seçmenlerin savunduğu ortak değerler nelerdir?

"Überwindung des Kapitalismus und die Befreiung der Arbeiterklasseaus Armut und Unterdrückung (sozialeFrage) zugunsteneiner an Gleichheit, Solidarität und Emanzipationorientierten Gesellschaftsordnung"

Acımasız kapitalizmin aşılıp, insanlığın yoksulluktan ve baskılardan kurtulmasını savunuyorlar. Bireylerin daha eşit, dayanışma içinde, ancak bağımlılıklardan kurtarılmış, kendi kaderlerini tayin etme imkânlarına sahip olduğu bir toplumsal düzen talep ediyorlar. Halen hakça bir dağılım, anti-emperyalist ve anti-faşist bir düzen için oy veriyorlar. Ve yüzyıldan fazla süren bu mücadeleye ek olarak da, artık iklim değişikliğinin önlenmesi ve doğamızın korunmasını istiyorlar.

Peki bunlara ihtiyaç kalmadı mı? Kapitalizm ve liberalizm bu hedefleri ne kadar karşılayabildi? Avrupa'da sağ ve liberal partilerin ortak yaklaşımı, insanımızı iyi eğitirsek ve sermayeyi de özgür bırakırsak, herkes istediği hayata kavuşur. Herhangi bir şekilde bunu başaramayanları da sosyal asgari gerekli yardıma bağlarsak, sorun kalmaz. Daha sağ olan partiler, buna, "ancak bu düzenimizi korumak için yabancılara da kapıları kapatmalıyız" talebini de ekliyorlar.

İnsanların güçlü yönlerini ortaya çıkartmasını sağlayan iyi bir eğitim, iyi ve ücretsiz bir sağlık sistemi ve iyi bir altyapı sunabildiğinizde, bu, 20. yüzyılda belki bir yere kadar mümkündü. Elbette ki özel teşebbüs dünya gelişiminde azmi ve yaratıcılığıyla önemli gelişmeler sağladı. Ayrıca kendi işyerlerini açabilmeleri, müteşebbislere, esnaflara önemli bir özgüven kazandırdı. Şayet asgari ücret her ülkede, ancak insanlığın hak ettiği bir yaşamı sağlayacak düzeyde olursa özel teşebbüs hakkıyla işleyebilir. Ancak bir işletme, insanların ücretini düşürerek, insanca yaşamın altına çekerek var olabiliyorsa sadece, o zaman işletme olmaktan çıkmış, "sömürge"ye dönüşmüştür. Buna izin vermemek gerekir. "Devletçilik", "halkçılık" burada başlar.

İnsanları hakça çalıştıran işletmelerin önünü açmak, diğerlerine de eğitici bir devletçilik ile kendilerini bu yönde geliştirmeleri için destek olmak gerekir. Ülkemizin hemen hemen her sorununu analiz ettiğimizde, "her şeyin başı eğitim" demekle yetiniyoruz çoğunlukla. Ancak sadece ilk, orta, lise ve üniversite ile eğitim bitmeli mi? İşsizi iş bulabilmesi için eğitmek, esnafı ve girişimciyi de belki iyi işletmesi için eğitmek, mentörlük yapmak gerekir. Zaten asıl sorun, kapitalizm ve liberalizm toplumun gerçek eğitim ihtiyaçlarını yeterince karşılayamadığı için bugün ülkemizde ve dünyada demokrasinin zemini kaymıştır ve işleyişini önemli ölçüde yitirmiştir. Demokrasi, ancak bilinçli ve maddi anlamda özgür bireyin elindeyken toplum için sağlıklı bir şekilde işleyebilir.

Peki başta belirlediğimiz sol talepleri gerçekleştirmek için aşmamız gereken diğer sorunlar nelerdir? Birçok sorun sayabiliriz ama ben burada 21'inci yüzyılda önemli olacağını düşündüğüm üç konuya kısaca dikkatinizi çekmek istiyorum:

1. İnsanlığımızı çalışma köleliğinden nasıl kurtaracağız? İstemediğin bir işte çalışmak zorunda kalmak kölelik değil mi?

2. Yapay Zekâ işleri üstlendiğinde İşçi Sınıfı kalmayacak, Guy Standing'in tariflediği "Bir geleceği olmayan ve 'toplumsal hafızadan yoksun' işlerde" çalışan bir Prekarya sınıfı oluşacak.

3. Parasal alıcısı olmayan ama topluma katma değeri olan çalışmaları nasıl değerli kılabiliriz?

Bunlara çözüm bulmak için, sisteme biraz da tersten mi bakmak gerekir acaba? Neden tüketilecek ürün ve hizmetlere odaklanarak sistemi kuruyoruz? Neden onun yerine insanımız ne yapmak istiyorsa, neler yapabiliyorsa, onları yapmasına izin vermiyoruz? Bırakalım yapay zekâ hepimiz için çalışsın, yapabildiğini yapsın, ama biz insanlar artık sadece yapmak istediğimizi yapalım. Birimiz belki yaşlılarla daha fazla ilgilenmek ister, birimiz de belki sokaktaki hayvanlarla; birimiz dolaşıp sokaklara ağaç dikmek ister, diğerimiz ise belki bütün gün resim yapmak ister. Bunlar çalışmak sayılmıyor mu? Hobi mi sayılıyor? Neden? "Bunları satın alan olursa değerlidir, satın alan olmazsa değersizdir" mi diyeceğiz? Kapitalizm öyle der, sol öyle dememeli.

Alıcısı olmayan katma değerleri devlet satın alsın, olmaz mı? O zaman belki birçoğumuz girişimci olmayı tercih ederiz. Fiyatı ne mi olacak? Her bireyin hakça yaşayacağı gelirler belirlenir, sarf edilen işgücüne göre maliyet/fiyatlandırma çalışması yapılır. Bir nevi devlet sübvansiyonu evet; hakça yaşamak için. Devletin parası buna yetmez mi? Ee, ama robotlar bizim için çalışacak, onların elde ettiği kârdan devlet gereken vergiyi alacak. Önemli olan, gelecekteki bu gelişmeleri hangi yönde yöneteceğimiz.

Ne demiştik, sol seçmenler, acımasız kapitalizmin aşılıp, insanlığın yoksulluktan ve baskılardan kurtulmasını... Bireylerin daha eşit, dayanışma içinde ancak bağımlılıklardan kurtarılmış, kendi kaderini tayin etme imkânlarına sahip olduğu bir toplumsal düzen savunuyorlar.

Bizim Türkiye'de şu an yaşadığımız sorunlara baktığınızda bunlar kulağa belki biraz ütopik gelebilir. Ancak bu pandemi bize, dünyada sistemlerin ve bir şeylerin değişeceğini hissettirdi. Dünyanın daha doğru bir yöne gidebilmesi için, sol değerlerimizi unutmayıp sahip çıkmamız gerektiğini hatırlatmak istedim sadece.