Herkesin gidebilecek bir yeri olmalı. Tüm korkularından, tüm üzüntülerinden uzaklaşıp sığınacak bir yeri olmalı herkesin. Bu yere gidebilecek gücü elbet kendinde bir gün bulacaktır herkes. O gidilecek yerde insanı buram buram eriten acı olmayacak. Kimse soru sormayacak. Fakat kapıları hep açık olacak. Bu kapılara ulaşacak kadar da parası olmalı insanın. Kimseye zarar vermeden, kimseye ihtiyaç duymadan gidebilmeli. Çünkü gitmek, kaçış değildir. Dinlenmesi de gerekir insanın. Kendi içindeki o acıyı yenmesi gerekir. Reddedilişler mutsuz bir insanın doğmasına sebep olabilir çünkü. Kendinden bıkabilir insan. Kendine dayanamayabilir. Kendinden kaçmak isteyebilir ama hatalarını her gördüğünde suçlu yanına sığınır yine. Başka çaresi kalmamıştır belki de. Kendinden kaçan insan hatalarını görmezden gelemez. Sevdiğinden çok sevilmeyi istemek bencilce geliyor kulağa değil mi? Peki, eksik kalmış bir yanı olan herhangi bir insanın bunu istemesi de bencilce olsun. O zaman sevgiyi bir noktada azaltmak gerekiyor demek ki. Daha az acı çekmek için. Daha az üzülmek için, daha az kaçmayı istemek için... Fakat bunu herkes yapabildiği zaman işler yolunda gidecektir.

Kendimize verdiğimiz zararı, bize ancak onlarca insan bir araya gelerek verebilir. Düşüncenin gücü insanı öldürebilir, yaşattığı gibi. Pes etmek, devam etmek... Bu pes etme kısmında gidebileceğimiz bir yer olmalı, yol masrafımız kadar da cebimizde para olmalı. O zaman gidebilecek gücü bulabiliriz değil mi kendimizde? Peki, gidilebilecek bir yer yoksa? Bu noktada nasıl devam edebiliriz? Kısa bir mola gerektiği halde... Devam edilmez. Aynı döngünün sarmalları bizi daha çok zincirler kapıları kapalı yerlere.

Kendime dar geliyorsa yaşadığım hayat, bu kapalı alandan çıkamıyorsam neye en baştan başlamam gerek? Tercihlerim hatalı değildi ama beni yalnız bıraktı. Kafamda bir dünya kurdum. Orada yalnız olmadığıma inandım. Benim gibi hissedenlerin, benim gibi düşünen insanların yanımda olduğunu zannettim. Oysa ben tek başımaymışım. Şimdi nereden başlayacağımı bilmiyorum. Gidecek bir yerim yok. Tüm limanların izini kaybetmiş bir kaptanım. Gemim büyük, fakat tek başıma idare edemiyorum. Hayat adaletli değil zaten, diyorlar. Oysa ben buna inanmıyorum. Yaşadığımız bu hayat objektif değil sadece. Eğer objektif olabilseydi parklardan hüzünlü ayrılışlar olmazdı. Tek başıma oturduğum bu parkta kimi beklediğimi bilirdim. Biri gelecek mi? Benim iyi olabileceğim birisi. Artık dönüp baktığımda görüyorum ki, amma da beceriksizmişim. Hiçbir şeyi sonuna kadar iyi olması için tamamlayamamışım. Bunca insanın olduğu bir dünyada tek başıma boş bir parkta oturmanın başka bir açıklamasını bulamıyorum. Ayrıca şunu da anlamıyorum: Neden açık bir kapıya ihtiyaç duyuyorum? Kendi kapımı neden kendime açık bırakamıyorum. En baştan başlamak bana bir sonuç vermedi, deneyim kazandım. Bir daha o şekilde başlamayacağıma dair. Nereye hitap etsem bilmiyorum. Kendime söylüyorum; ben artık nasıl baştan başlayacağımı bilmiyorum.

Sonra... Bir yeter serzenişi gelir insanın içinden. Evet, asıl olmamız gereken nokta yukarıdakilerden hiçbiri. Şimdi diyeceksiniz ki bu ansızın değişen yazının etkisi biraz garip.

Çünkü yukarıda bahsettiğim nokta iç bunalımların belki de en çaresizidir. Bir noktada bundan kopmak gerekir. Bu duygular silsilesinde olmak, fakat sürekli bu duygular silsilesinde olmak gelişim göstermemize büyük bir engeldir. Bazen kendimizi baştan yaratırız. Bunu bilerek yapabiliriz, fakat bilmeden de bu gelişimi gösterebiliriz. O zaman neden modumuz boktan bir hale dönüştüğünde bu gelişimi, baştan yaratım sürecini kabul etmeyelim ki?

İşte bu yazının kendini baştan yaratım sürecini okuyorsunuz şu an. Kendine yabancılaşan insan, yabancılaştığı bu kimsenin tutsağı oluyor tam olarak. Kimi zaman toplumun gövdesinden gelen bir çığlık buna sebep oluyor, kimi zaman ufak tefek herhangi bir şey. Görümcesiyle anlaşamayan gelin misali. Kabul etmek ve kişiyi kendine yabancılaştıran her şeyi buzdolabının üstünde kullanılmayan o rafa kaldırmak gerekir. Orada örümcek ağının oluşmasına izin vermek ve en son çare olarak bir yardımcıya orayı temizletmek... aslında bakıldığında kaçış gibi gözüküyor. Fakat yardımcının kim olduğu, o raftaki örümceklerin orada olup olmayacağı, buzdolabının üstünde neden kullanılmayan bir raf olduğu... işte tüm bunlar birer etken. Eğer muhatap olmak zorunda kaldığımız için bu yolu izliyorsak bu bir kaçıştır. Fakat bizler tazeliğini kaybetmek istemeyen çiçekleriz. Biraz güneş, biraz su, biraz sevgi. Yeniden yeşerebilir, her şeyi unutabilir ve güneşe doğru uzayabiliriz. Dallarımızın yeşillenmesine ne engel oluyorsa onu engelleyecek güç de bizde var, sonuçta bu yazı içerisinde sadece metafor olarak bitki olduk. Neydi o meşhur söz? SAKSI DEĞİLİM BENNN!

Ben terapist değilim. Fakat size kahvenizi içerken eşlik etmek benim için çok kıymetli.

Şimdi kendime bir tavsiye vereceğim. Yüksek sesle okur musun?

Kendimi yenilememe ve iyi hissetmeme kimse engel değil, özellikle de kendim.