Edep ne tartışmak ne de körü körüne boyun eğmektir. Edep karşılıklı uyum, hem kendi hem de karşısındakinin yararını gözeterek birlikte yaşama sanatıdır. (İbn Arabi)

"Edep" kelimesi sözlüklerde, "insanın bir hata yapıp, utanılacak şeyler yapmasını önleyen, yerinde ve ölçülü davranmasını sağlayan terbiye, söz ve davranışlarda ölçülülük, her hususta haddini bilip sınırı aşmama, nezaket, zarafet, utanç, hayâ, hicap duygusu" olarak açıklanmakta.

Edep kelimesinin etimolojisi, eski anlamlarının manaları hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. "Zarif ve nazik olmak" anlamındaki Arapça "edep" mastarından isim olan bu kelimeyi uzun bir zamandır günlük yaşantımızda ne yazık ki unuttuk.

Edep sözcüğünün çoğul hali ise "adab"dır. Âdâb-ı muâşeret: "bir toplulukta uyulması gereken ve insanlar arasındaki davranışları düzenleyen nezaket, saygı ve görgü kuralları" veya "edep erkân": "bir arada yaşarken uyulması gereken usul ve kurallar" olarak açıklanır. Hatırladığım kadarıyla benim kuşağımın ilkokul döneminde böyle bir ders de vardı.

İbn Kuteybe, edebi, iki aşamalı olarak tarif eder. Bir insanın dilini edeple kullanması, yani ağzından çıkan söze hâkim olması, nefsini yeteri kadar terbiye ettikten sonra mümkündür. Kişinin nefsini kontrol altına almadan, her tür bilim konusunda eğitim almaya başlaması zaman kaybıdır. Çünkü öncelikle nefsin eğitimi, ahlakın güzelleştirilmesi gerekir.

Bilim tahsili, sabır, gerçeğe saygı, çalışma gibi erdemlerle başarı kazanır. Bunun içinde öncelikle nefsin terbiyesi gerekir. Sabredip çalışmadan, kendinden önce yapılmışlara veya bir başkasının düşünce ve eserlerine saygı duymadan ve en önemlisi yeteri kadar emek sarf etmeden, bir başka deyişle, insanın neyi bilip neyi bilmediğinin farkına varmasını sağlayacak kişisel gelişimi tamamlanmadan, edep duygusunun farkına varması pek mümkün değildir.

Edep, güzel huy gibi küçük yaşta alınan eğitim ve iyi alışkanlıklar sonucu oluşan bir haslettir. Doğrusu günümüzde acaba insanın edep sahibi olması mı bir avantaj, yoksa edepsiz olması mı gibi bir soru da ister istemez akla geliyor.

İslam literatürü içinde, önemli bir yere sahip olan edep konusunun en önemli temsilcisi Basra doğumlu El-Câhiz'dir (776-868). El-Câhiz ve onun takipçileri, her seviyedeki insana hitap eden gerek ahlaki gerekse edebi hikmetler, seçkin ve aydın kişilerin duygu, düşünce ve yaşam tarzlarına güzellik ve incelik kazandıran bir haslet olarak edep üzerine çok sayıda kitap yazarlar.

Bunlardan biri olan "Edebü’t-tabîb", bir dönem tıp insanlarının meslek ahlakının ne olması gerektiğini anlatır. Benzer şekilde yöneticilerin edebi, kadıların edebi, siyasette edep konulu kitaplar da yazılır.

Edep konusunda bazı kitapları bir kere daha okurken ilginç bir açıklamaya rastladım. Ortasında siyah bir benek bulunan beyaz bir kır çiçeğine, halk arasında "Edep Çiçeği" denirmiş. Çiçeğin ortasındaki siyahlığın dünyada edep ve terbiye azaldıkça küçülmekte olduğuna ve bir zaman sonra edep ve hayâ ortadan kalkınca çiçekte hiç siyahlık kalmayacağına inanılırmış.

Anadolu halk kültürü konusunda çok sayıda araştırma ve yayını olan Malik Aksel, Bektaşi kültüründe "Edep Erenlere" deyişinin bulunduğundan söz eder. Biraz ayıp veya edep dışı bir söz kullanılacağı zaman "sözüm meclisten dışarı, hâşâ huzurdan" anlamında kullanılırmış.

Geçmiş dönemde, "ahlakı" ifade edebilmek için zaman zaman "edep" kelimesi de kullanılmaktaydı. "Edep" davet, incelik ve kibarlık gibi anlamlara da gelir. Ahlak kavramının hem güzel hem de kötü şeklinde kullanıldığı göz önüne alındığında edebin güzel ahlakı belirtmek için kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Yeme, içme, sohbet gibi günlük yaşamın çeşitli alanlarındaki davranış biçimlerine, bunlara dair öğüt verici kısa ve anlamlı sözlere, bu sözlerin derlendiği eserlere "edep" veya "adap" denilmektedir.

Edep insanın üzerindeki ince bir örtüdür, görülmeyen ama varlığı fark edilen bir örtü. Onu diğer insanlardan korumaktan çok, ağzından çıkacak bir söz veya farkına varılmayan bir davranıştan ötürü insanların üzülmemesi, alınmaması için başkalarını koruyacak bir örtü. Tıpkı içinde yaşadığımız günlerde kullanılması önerilen, bizi korumasından çok, bizden kaynaklanan hastalığın başkalarına bulaşmaması için kullanılması gereken maske gibi.

Yaklaşık elli yıl önce genç bir asistanken, öğrencilerimle birlikte Beşiktaş'taki Yahya Efendi Dergâhı'nın rölövesini yapmaya gitmiştik. Oldukça kalabalık bir öğrenci grubu, biraz da gürültülü bir şekilde dergâhın kapısında toplandık, tam ayakkabılarımı çıkarıyorum, birden bir şey oldu ve kafamı kaldırdım ki kapının üzerinde bir yazı: "Edep Yâhû". Birden aklım başıma geldi, nerede olduğumuzun farkına vardım.

Öğrencilerime okuyamadıkları için, pek de farkına varmadıkları hattı gösterip sessiz ve saygılı olmalarını istedim. Daha sonra çeşitli kereler Yahya Efendi Dergâhı'na gittim, aklımın ucunda hep o yazı durur, yokuşun başından itibaren kendime çekidüzen veririm.

Bir dönem hemen her tekkede ve bazı evlerin duvarlarında rastladığımız, "yaptığın, söylediğin edebe, terbiyeye uymuyor, kendine gel" anlamına gelen bu güzel sözü artık okuyan da, anlayan da kalmadı gibi.

Bu vesile ile Uğur Derman dostumun koleksiyonunda bulunan, Süleyman Vasıf Efendi'nin celi sülüs hat ile yazdığı, Mustafa Düzgünman'ın ebru ile çerçevelediği ve Çiçek Derman Hoca'nın tezhip yaptığı bir müsenna (karşılıklı) "Edep Yâhû" levhasını bu yazı vasıtasıyla sizlerle paylaşmak istedim.