"Ben, son Arap uyanışını gerçekleştiren ve milletini uykudan uyandırıp devletlerini kuran Hüseyin oğlu Abdullah... Ben, yani Avn oğlu Abdülmu'in oğlu Mekke Emiri Muhammed oğlu Ali oğlu Hüseyin oğlu Abdullah." (s. 3)

İmparatorluğun son Mekke Emiri Hüseyin'in oğlu, 1882 Mekke doğumlu Abdullah, kitabının başında kendisini böyle tanıtır. Osmanlı İmparatorluğu'nun idari bölümlemesi içinde Hicaz Vilayeti'nin özel bir durumu vardır. Bu vilayet çoğunlukla Mekke’nin iki önde gelen kabilesinden seçilen ve "Mekke Emiri" adıyla tanınan kişiler tarafından yönetilmektedir. "Zevî Avn" ve "Zevî Zeyd" adındaki bu iki kabile arasında bitmez tükenmez bir kıskançlık, yönetimde yetki sahibi olma çekişmesi vardır. Sultan II. Mahmud döneminde, 1827 yılında Zevî Avn Kabilesi'nden Muhammed b. Avn Mekke Emiri atanır. Daha sonra sırasıyla oğulları ve en sonunda da torunu Hüseyin b. Ali (1908-1916) Mekke Emirliği görevinde bulunur.

Hac Suresi

Sultan II. Abdülhamid'in halli (27 Nisan 1909) sonrası, özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yanlış uygulamaları sonucu Osmanlı coğrafyasında meydana gelen karışıklıklar, bir dönem imparatorluğu oluşturan toplulukların ayrışmasına ve bağımsızlık taleplerine yol açar. Basra Körfezi'nin büyük oranda İngiliz denetimine geçmesi, Kuveyt'in Osmanlı İmparatorluğu'ndan koparılması, Hint Okyanusu’nun denetiminde önemli bir noktada olan Yemen'deki isyanlar... İngiliz etkisiyle Hicaz bölgesinde de bazı ayrılıkçı düşüncelerin ortaya çıkmasına yol açar. Hicaz Emiri Hüseyin, oğulları Ali, Abdullah ve Faysal bağımsız bir Arap Krallığı kurmak için İngiliz ve Fransızlarla işbirliği içinde isyan bayrağı açar.

"Allah Teala Kâbe hakkında 'Kim orada bozgun çıkarır veya zulüm işlerse kendisini acı veren bir azaba mahkûm ederiz' buyurmaktadır. Mukaddes bölgelere hizmetle yükümlü her yöneticinin buna dikkat etmesi gerekir. Orada yapılan iyilik de kötülükte kat kat karşılığını bulur. Hac Suresi 25." (s. 12)

Gerek Emir Hüseyin gerekse bu kitabın yazarı oğlu Abdullah "Hac Suresi"nin yirmi beşinci ayetini biliyor olsalar da gayeleri için farklı bir yorum getirirler. Ama daha sonra değineceğimiz gibi yaptıkları işbirlikleri, imparatorluğun büyük toprak kayıplarına ve bulundukları coğrafyada yüz yılı aşkın süredir bitmez tükenmez can kayıplarına neden olmuştur ve olmaktadır. Anlaşılan "Hac Suresi"nde belirtilen hüküm gerçekleşmektedir.

Araplar içinde fitne

"Yükseliş ve hükümranlığın en önemli sebepleri iman, birlik ve yürütmede kararlılık ve güvendir. Çöküşün sebepleriyse ayrılık, inanç farklılığı, kin ve düşmanlıktır. Arapların en büyük hastalığı, rahatına düşkünlükleri ve yöneticilerine itaatsizlik edip ayaklanmalarıdır. Bunun en büyük göstergesi Hz. Osman dönemindeki isyandır. O günden sonra Araplar içinde fitneler baş göstermiş ve gerilemenin yolları açılmıştır." (s. 14-15)

Acaba yalnız Hz. Osman dönemi mi, yüzyıllar boyunca Hz. Muhammed’in emaneti olarak görülen Arap toplulukları ve Arap ülkeleri için Osmanlı’nın yaptığı özverili yatırımlar, vergi kolaylıkları, Mekke ve Medine’ye gösterilen hürmet... Arapların kendilerini yüzyıllar boyunca koruyan, kollayan ve istedikleri gibi yaşamalarına imkân veren yönetim anlayışına karşı, yabancı güçlerle işbirliği yaparak isyan çıkarmasının hiç mi bedeli olmayacaktır.

"Büyük Britanya bağımsızlık savaşında Arapların Türkleri ve Almanları Arap bölgelerinden çıkartmak için ihtiyaç duydukları her şeyi temin edecekti... Aynı mektupta, İngiliz hükümetinin Arapların hâkimiyeti altındaki hiçbir bölgeyi bu plan dışında tutmayacağı söyleniyordu. Tek istisna, İran Körfezi ve Hint Okyanusu tarafındaki emirliklerdi. Çünkü buralarının eskiden beri Hint hükümetiyle bağlılık anlaşması vardı. Sözkonusu emirlikler; Emir Abdülaziz Suûd’un emirliği, Kuveyt ve Bahreyn emirlikleri, Maskat ve Umman Sultanlıkları, Hadramut kabileleri ve Lahic sultanlığıydı." (s. 96-97)

Haşimi'lerin tasfiyesi

Sözde bağımsız, gerçekte ise Zevî Avn Ailesi'nin yönetiminde bir Arap Devleti kurmak için Hüseyin ve oğullarının yapmayacakları işbirliğinin olmadığını görmekteyiz. Büyük Arap Devleti kurmak için yola çıkan bu aile fertleri, sonunda anayurtları olan Hicaz'dan da kovulurlar. Uzun uğraşlar sonucu Abdullah b. Hüseyin 1 Nisan 1921 ile 25 Mayıs 1946 tarihleri arasında Mavera-i Ürdün Emirliği, İkinci Dünya Savaşı sonrası ise 25 Mayıs 1946-20 Temmuz 1951 arası Ürdün Haşimî Kralı olmakla yetinir. Bir dönem Irak Emiri, daha sonra Irak Kralı olan kardeşi Faysal b. Hüseyin’in torunu II. Faysal ise kanlı bir ihtilal sonucu hayatını yitirir. Suriye ve Filistin hâlâ sonuçlanmayan büyük bir karmaşanın ve kıyımın içine düşer. Avn Ailesi ise her ne kadar İngilizlerle işbirliği yapsalar da güvenilmez oldukları için kısa zamanda tasfiye edilerek, petrol zengini topraklardan çıkarılırlar. Efendisi hakkında bir başkası ile işbirliği yapan insan, yeni efendisi aleyhine de bir başkası ile işbirliği yapabilir, onun için kullanım süresi bittiğinde tasfiye edilmelidir.

Arap ülkeleri ve Arap insanının bizlere ve ülkemize bakışını net bir şekilde öğrenmek için bu ve benzeri birinci elden yazılmış kitapları dikkatlice okumamız ve geçmişte başımıza gelenleri değerlendirmemiz gerekir. Şunu kesin olarak bilmemiz gerekir ki, bizim sevgi ve dost olarak baktığımız bu insanlar ve özellikle de bu ülkelerin yöneticileri bizden hoşlanmamakta ve bize karşı olan her tür işbirliği içinde öncelikle yer almayı tercih etmektedirler.

Türkler benliklerini korudular

"Ertesi gün, kaledeki Osmanlı bayrağı resmi bir törenle indirilip yerine Arap bayrağı takıldı. Her iki bayrak da resmi kurallara uygun olarak selamlandı. Etkileyici bir manzaraydı, biraz önce indirilen bayrak düne kadar bizim de bayrağımızdı, oysa bugün artık başka bir bayrak vardı. Bizler dün de bugün de aynı kişilerdik... Ne yazık ki bu ayrılış, korktuğumuzun başımıza gelmesine engel olmadı, hatta daha kötüsü meydana geldi. Türkler her istediklerini yaptılar, fakat her durumda Türklüklerini korudular. Bizlerse farklı farklı gruplara ve fırkalara ayrıldık. Her birimiz başımıza ayrı birer yönetici seçtik, her kafadan farklı bir ses çıkar oldu." (s. 114-115)

"Vehhâbi akidesine bağlı İbn Lüey bir keresinde bana şöyle demişti: 'Almanlar Türkleri etki altına aldı diye Türklerle savaşıyorsunuz. Peki bu adam kim oluyor? Almanlar Türklerin dostuysa, bunlar da sizin dostunuz, o halde ne diye savaşıyorsunuz?'" (s.132)

Bu kitabı tekrar tekrar okumamız ve gelecek için ders almamız gerekiyor. Bir dönem bu coğrafyada yanlış yapmanın bedelini çok ağır ödemiş bir ulus olarak geleceği daha dikkatli oluşturmamız gerektiğini hiç aklımızdan çıkartmamalıyız.