Mustafa Kemal Atatürk bir konuşmasında, yaşadığımız topraklar üzerinde var olan kültürün gelecek oluşturmak üzere kullanılması, bunun için araştırma yapılması gerektiğinden söz eder. Toplumda var olan eski inançlar yok olmazlar, yeni inanca uygun bir şekilde değişikliğe uğrar, kimi zaman bir oyun, kimi zaman da bir hikâye olarak varlıklarını sürdürürler
"İlkçağda Yunan denilen varlıkla Akdeniz çevresindeki uygarlık topluluğuna bir yenilik gelmiş olduğu su götürmez bir gerçektir. Bu olaya XIX. yüzyılda bir ad da takıldı, Yunan mucizesi dendi. Mucize gibi gerçeküstü bir terim kullanılması, bu olayın nedenlerinin de kökenlerinin de o zamanlar pek aydınlanamamış olmasından, kısacası bilgi yoksulluğundan gelmekteydi. Yunandan kalma yapıtların, özellikle yazı anıtlarının çokluğu, bunların Batı uygarlığının bir başlangıcı diye karşımıza çıkması ve gerek doğa gerekse insan üstü düşüncenin o günden bugüne kesintisiz olarak süregelmesi bu olayın bir başlangıç sayılmasına yol açmış, bilimi bir çeşit yetinmeye götürmüş, bir çeşit coşku ile asıl yolu olan inceleme, daha öncesini arama ve anlama çabasından saptırmıştır. Ne var ki o günden bugüne çok ileri gidilmiş ve elde edilen bulgularla olayın hiç de mucize olmadığı, akılla algılanabilecek tutarlı tarihsel bir süreç olduğu anlaşılmaya başlanmıştır." (s. 54)
Yunan mucizesi
Elli yılı aşkın süre önce Azra Erhat bu tespiti yapar, ancak hâlâ çok fazla değişen bir şey olduğunu düşünmüyorum. Tüm dünya "Yunan mucizesi" denilen söylenceye inanmaya devam eder. Bunun için yapılacak çalışma bize düşmektedir. Çünkü hemen hemen tümü olmasa da çoğunluğu Anadolu kökenli olan Yunan tanrıları; Hint, İran ve Mezopotamya üzerinden Anadolu'ya gelen inançların ortaya çıkardığı tanrılardır. Bu tanrılar içinde belki de en önemlisi uygarlığa şarabı armağan ettiği söylenen Dionisos'tur.
Sabahattin Eyüboğlu Fransız bilgin Mario Meunier'in çevirisinden dilimize aktardığı Bakkhalar kitabının ön sözünde Euripides'in bu tragedyası için; "Eski Yunanistan'da Dionisos dininin İncil'i yerinde idi" demektedir. (s. 115)
Anadolu kökeni
Tragedya’nın açılışında Dionisos sahneye çıkarak kökenini "... Ben Lidya'nın altın ovalarından geliyorum" sözleriyle açıklar. Bu sözleri ve şahit olduğu oyunları değerlendiren Metin And, Anadolu'da Dionisos'un izlerini aramaya başlar. Anlaşılan insanlık var ettiği hiçbir şeyi yok etmemekte, değiştirerek ve günün şartlarına uygulayarak devam ettirmektedir.
"Köylü davranışlarında iki güç buluyoruz. İlericilik gücü olan aykırı inanç ile, gerici, eskiyi tutucu hâl inançları. Bir elindekinden kolayca vazgeçebilen, öteki elindekine sımsıkı sarılıp, tuttuğunu bırakmayan, birbirine ters yönde direnen iki güç." (s. 13)
Tanrı Dionisos (Bakkhos) daha çok şarap ve sarhoşluğu canlandırır. Ona tapınmak coşkun danslar, müzik, sarhoşluğa varan bir aşırılıktadır. Dionisos kültü bir ömrün mutlulukla yaşanmasıdır. Dünyanın tüm külfetlerine karşın yaşamın zenginliğini ve yaşama değer bir zaman diliminin olduğunu hatırlatır.
Yaşama arzusu
İnsanın ilk ve en önemli isteği yaşamak, yiyecek bulmak ve çoğalmak, yani çocuk sahibi olmaktır. Her çağda bir yıldan ötekine toprağın görünüşünün uğradığı büyük değişiklikler insanlığı çok uğraştırmış ve onun önüne bir ölüm kalım sorunu olarak çıkmıştır. Bu nedenle yağmur yağdırmak, güneş çıkartmak, hayvanları çoğaltmak, toprağın verdiği ürünleri arttırmak için törenler düzenlemiştir. Bu törenlerin en gösterişli ve yaygın şekilde düzenlendiği ülkeler Doğu Akdeniz ülkeleridir.
Temmuz, Osiris, Adonis, Attis adı altında Mısır ve Anadolu'da varlığını sürdüren inanç yıllık yaşamın sona ermesi, tanrının her yıl ölüp, toprağın altına çekilip tekrar dirilmesi, gün yüzüne çıkması ile oluşan mevsimsel döngünün kutlanmasını sembolize etmektedir. Adonis tapımı Babil ve Suriye halkı arasında yayılmış daha sonra Helenler tarafından adapte edilmiştir. Bu Tanrının asıl adı Temmuz'dur. "Adonis" tanrı olup ona seslenirken kullanılan bir hitaptır. Temmuz ana tanrıça İştar'ın kocası olup her yıl ölüp, toprak üstünden, toprak altına gitmektedir. Onun yokluğunda sevgi tutkusu durmakta, insanlar ve hayvanlar üremeyi unutmakta, bütün yaşam yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır.
Eski
Antropoloji biliminde eski yaşamın ve düşüncenin yorumu bugünkü ilkel kültürler ve kalıntılar yoluyla yapılmaktadır. Bunların içinde eski şenlikler, törenler önemli bir yer tutmaktadır. Şehirleşmenin ve şehre göçün giderek arttığı ülkemizde eski şenliklerin, törenlerin giderek terk edildiğini veya unutulduğunu görmekteyiz. Her ne kadar bazı törenlerin mevsimlik örnekler, alışılmış şenlikler olarak devam ettiğini görmekteysek de içerik açısından büyük değişikliklere uğradıkları da anlaşılıyor. Bu oyunların bazılarının temel konusu eskinin kovulmasıdır. Çoğunlukla, "Eski" tahtından indirilmiş bir Kral, ölüm, kötülük süslü bir direk, bir kukla ile canlandırılmaktadır. Mevsimsel olarak eskinin kovulması bir anlamda kışın, kuraklığın, yoğun yağmurun uzaklaştırılmasını ifade eder. Yeninin, yani baharın gelişi doğanın uyanışını devamında bolluğun gelişini anlatmaktadır.
Günümüzde giderek kaybolmakla birlikte Anadolu köylüsünün oynadığı bazı seyirlik oyunların eski çağ törenlerinin, ilkel inançların kalıntıları olduğu bir gerçektir. Metin And, Anadolu köylü takviminde ayların adlarının uyarıcı olduğunu belirtir. Döl dökümü, Çiçek ayı, Yağmur ayı, Orağ ayı, Ot biçimi, Biçin ayı, Harman ayı, Şarap ayı, Koç ayı, Çileler ayı gibi... (s. 18)
Unutulmuş oyunlar
Metin And, büyük bir çoğunluğu günümüzde unutulmuş olan oyunları araştırmış ve eski ile bağlantılarını ortaya koymaya çalışmıştır. Tespit ettiği çoğu törenin mevsimlik örnekleri, hemen hemen aynı kalıplar üzerinde yenilenmektedir. Bu örneklerin yalnızca Anadolu'da değil, Mısır, Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Yunanistan'da da devam etmekte olduğunu yerinde yaptığı tespitlerle bizlere ulaştırmaktadır.
Zeus'un Toprak ve Buğday Tanrıçası Hera, Dione, Semele, Kore (Persephone) ile birleşmesinin gerisinde gök ile toprağın evlenmesi geleneği yer almaktadır. Zeus yağmur yağdırmakta, toprak ise insanlığın devamı için gereken ürünü vermektedir. Aynı inanış çok daha erken dönemde Mezopotamya mitolojisinde kendini gösterir. Kışın öldürücülüğü veya yazın kuraklığı sonrası gelen bahar ayları aynı zamanda yaşamın da devamını sağlayan ve kutlanması gereken bir döngüdür. Sümerlerde toprağın anası anlamına gelen İnanna / İştar'ın düğünü yeni bir başlangıç olup uyuyan toprağın uyanmasının kutlanmasıdır. Yunan tragedyasının ana teması da bu acı çekme, yas tutma, ağıt geleneği üzerine oluşur.
Eski inançlar
Mustafa Kemal Atatürk bir konuşmasında, yaşadığımız topraklar üzerinde var olan kültürün gelecek oluşturmak üzere kullanılması, bunun için araştırma yapılması gerektiğinden söz eder. Toplumda var olan eski inançlar yok olmazlar, yeni inanca uygun bir şekilde değişikliğe uğrar, kimi zaman bir oyun, kimi zaman da bir hikâye olarak varlıklarını sürdürürler. Çünkü toplum bu hikâyelere alışmış, onu yaşamın bir zenginliği olarak görmektedir. Böylesi oyunları yalnızca seyirlik olarak düşünmemek gerekir. Bu oyunlar toplumu oluşturan hemen her kişinin katıldığı, günün birinde en önemli rolleri üstlenmeyi düşündüğü şenliklerdir. Giderek kaybettiğimiz bu toplumsal hareketlilik yerini hiçbir şey yapmamaya, oturduğumuz yerden fikir üretmeye doğru bir geriye gidişi ortaya çıkartmaktadır.
Anadolu'yu, üzerinde yaşamakta olduğumuz bu toprakları tanımak ve evrensel sahnede yer almak için geniş bir kültürel birikime sahibiz. Ne yazık ki çok az insanımız bu birikimin farkında ve onu değerlendirmek için çalışma arzusundadır. Üzerinde yaşamakta olduğumuz bu topraklar çok verimlidir, önemli olan bu verimliliğinin farkına varmak ve onun yeniden ürün vermesi için çalışmaktır. Toplumumuz üzerinde uzun bir süredir sürmekte olan yılgınlık duygusunun kalkması için çalışmalı, yeni açılımlar için hareketlenmeliyiz.
Dilerim her okuyucu Metin And'ın bu kitabını okuyup, geçmişin birikimlerinin farkına vararak, gelecek oluşturmak için değerlendirir.
Metin And, (Ed. Sabri Koz), Dionisos ve Anadolu Köylüsü, İstanbul, 2022.