Binlerce yıldır, insanlığın kelimelerle ilişkisi ve varlığımıza ilişkin sorular, bir büyü gibi etrafımızı kuşatıyor. Nitekim yazılı söz keşfedildiğinde bir sihirbazlık numarası olarak görülmesi ve hatta Kral Thamus'a yazıyı getirdiği iddia edilen Mısır Tanrısı Thoth'un aynı zamanda "büyü tanrısı" olarak anılması da belki bundandır.

Kelimelerle olan ilişkimizi kayıt altına aldığımız tarihten beri belki de büyü ve şiir arasındaki lifler incelmektedir. Şiirin, tanım gereği bir tanımının olmayışı, edebiyatta ve sanatta sarsıcı gücünün en net göstergesi. Fakat buna rağmen "Şair nedir, kimdir?" sorusunun belki birden fazla bile olsa da bir tanımı veya binlerce cevabı vardır. Şair yeryüzünde, bulunduğu atmosfer içerisinde, duygu ve düşüncelerini ifade etmek adına kelimelerle arasındaki iletişimi doğru frekanslar arasında arar. Bu arayışın niteliği şairi zamandan ve mekândan münezzeh kılar. Doğru frekans ise onu biricik yapar.

Ayşe Şafak Kanca da, bu arayışın peşinde olan bir şair. Her ne kadar İkinci Yeni sonrası imgenin yıkıcı etkisi, konvansiyonel şiirde büyük bir tahribat yaratmış olsa da Ayşe Şafak Kanca’nın özgünlüğe olan inancı, bu tahribatı 2022 yılında çıkan Yanık Bal Kokusu kitabı ile göğüslemiş gibi duruyor.

Aşkın ve Oyunun Kesişiminde İmgeyi Kuşanmak

Yapyalnız Mavi adlı bölümde duru bir söylemi benimseyen şair, "Çitlembik Karası"nda, etrafımızı kuşatan büyünün içerisinde binlerce yıldır sorduğumuz sorulara bir yenisini daha ekliyor ve böylece zamandan ve mekândan soyutlanmış bir içedönüş serüveni başlatıyor:

aklımın ucu varsa dolanmaya

bir parmak boşluk bırakarak

yer açtım kendime tek gidişlik

son(suz) uzayda taşmaz belki (s. 11)

Zaman kavramıyla saatler üzerinden uzlaşmak istemeyen şair, sonsuzluğu bir sığınak gibi görmektedir. Bu sığınıkta tutunduğu, sarıldığı nesneler ise nostaljiden başka bir şey değildir:

kupkuru dudaklarımı aramıza döküp

çatlayan saatleri ağlayacağım size ("Yapyalnız Mavi", s. 13)

 

yıldızların yaşıyla uzaklaşır benden

yaban bir dokunuş olur yüzüm ("Uçsuz Bucaksız Bir Gül", s. 14)

 

oysa seni gökyüzü kadar sonsuz

mor yaseminlerle seni ("Hümayun Makamı", s. 16)

Ayşe Şafak Kanca, kitapta aşkın ve oyunun bütünleştiği şiirlerinde ise imgeyi kuşanır, kelime oyunlarıyla ve teatral göndermelerle okurlarına sahici sorular sorar:

sevmiyorum hiç; boğazımda ip dizili günleri

bir var bir yok gittiğim kentleri

yel değirmenlerini, maskeleri, palyaçoları

sokakların çeyrek kırmızı yazlarını

insankızlarının ardan ölmesini

yıldızların kendini tüketen öfkelerini ("Daha Kaç Eylül", s. 37)

 

yağmura kanar, ele güne denizler boyarım

operanın hayaleti ben miyim, gölgeler mi ne?

...

işte ben meddah, ağlayan nar gülen ayva

başroldeki kekeme ben miyim, oyun sek sek mi ne? ("Karanlık Oda", s. 19)

Tekseslilikten lirik üsluba

Yanık Bal Kokusu’nun Siyah Giyen Kadınlar adlı bölümünde de tekseslilik üzerinden haklı bir öfkenin peşinden koşar.

Bu öfkenin dışavurumu olan şiirler ise neden-sonuç işlevsizliğinin dışına çıkıp doğrudan bir anlatımla perdeleri kaldırmayı hedeflemektedir:

kan çeker kuyu, ay düşer

postallarının dibine ("Cinayet ve Kıran", s. 33)

 

barut kokar gömlekler yığılır tepelere

yağmurun sonu, yazın ilki fark etmez

deşeledikçe yanar sessizlikleri ("Devlet ve Evlat", s. 34)

Şair, Melekler Bilir adlı bölümde ise lirik bir üslubu benimsiyor. Nitekim yer yer lirik üslubun tekrara dayalı anlatımının heyecanına kapılsa da büyük bir çabayla liriğin hücre duvarlarına da dokunmayı başarıyor.

Özellikle 'sessizce oturup karşılıklı şarkı söylediği' ve Nilgün Marmara'ya adadığı "Karga Sıkıntısı" adlı şiirinde bu çabanın etkileyici sonuçlarını görüyoruz:

güzelliğinde tanrılar Katliamlar çıkmış

fallarımızda Sana üç vakte korkunç

beyazlıklar ("Karga Sıkıntısı", s. 47)

 

kan kokuyor Hıçkırıkların iniltisi ilahi geceye sırt

çevirmiş Sen ufak bir çiçek koparıyorsun ayinine

katmaya karanlıktan ("Karga Sıkıntısı", s. 48)

Biraz Rilke biraz melek Ne istersem onu

yapıyorum Bir kelime düşüyorum yaz aklıma ("Sıladağlar", s. 59)

 

Kim bilir kim bilir lir lir çok lirik Gecenin sesleriyle

saklambaç oynarız ikiye bölünmüş bedenimle Bir uykusuz

iki uykusuz üç... diye diye Bulunca sokuluruz birbirimize

kayıp şehirde ("O Halde Kedili Bir Şiir Yazmalıyım", s. 71)

Büyü kelimesi Yanık Bal Kokusu'nda tek bir dizede dahi geçmiyor. Fakat şiir ve büyü yan yana gelmese de kitabı oluşturan gizli atmosferin her zerresine nüfuz ediyor.

Ayşe Şafak Kanca'nın kendini konumladığı yerdeki zamansal bükülmelerin ve nostaljinin güçlü bir dışavurumu olan sorular ise bizim sorularımızla yan yana geliyor. Böylece varlığımıza ilişkin cevaplar üzerine de düşünmemizi sağlıyor.

 

(Ayşe Şafak Kanca, Yanık Bal Kokusu, Şiir, İstanbul: Anima Yayınları 2022, 72 s.)

Kazım Maksel