Türklerin Ortadoğu coğrafyasına yerleşmeleri, bin yıldan daha uzun bir süre öncesinde Maveraünnehir'e askeri seferler düzenleyen Emeviler ve Abbasiler tarafından Türkistan’dan getirilen binlerce Türk’le başlamıştı.

Bu süreçte bölgeye Kayığlı, Kıpçaklı, Karluklu, Azgışoğlu, Yamakoğlu ve daha sonradan da Oğuzlar ve Tokuzoğuzlar’ın başını çektiği bir Türkmen akışı yoğun olarak yaşandı. Emeviler devrinde başlayıp Abbasiler devrinde ivme kazanan bu göçlerde binlerce Türk savaşçı, kendi komutanlarının liderliğinde Ortadoğu’nun birçok bölgesine yerleşmişti.

Ortadoğu'da Türklerin en çok yerleştiği bölgelerin başını Suriye, Irak, Filistin, Lübnan ve Ürdün çekmiştir. Bugün itibarıyla Irak’ta –asgari– 2 milyon, Suriye’de 3.5 milyon, Lübnan’da 50 binin üzerinde, Filistin’de 30 bin, Ürdün’de ise yaklaşık 50 bin Türkmen yaşadığı bilgiler arasındadır.

Bu yazı dizisinde, Türklerin Anadolu’ya gelmesinden çok daha öncelere dayanan bu bölgelerdeki Türk varlığının tarihsel köklerine göz atacağız.

Emevilerin Maveraünnehir seferi

1) Suriye Türkleri

Emeviler döneminde Maveraünnehir’e yapılan akınlar sonucu Türkistan'dan getirilen binlerce asker sayesinde Türkler, burada var olmaya başlamış, Abbasiler döneminde yine bu süreç hız kazanırken Türklerin bölgede hâkimiyet kurmaları Mısır'da bağımsızlığını ilan eden Tolunoğlu Ahmed'in 877'de Suriye'yi almasıyla başlamıştır. Daha sonra Toğaçoğlu Muhammed Ebu Bekir, tarihte İhşidiler adıyla anılan devleti kurmuş, bunlar 935-969 yılları arasında bölgeye hâkimiyet kurmuşlardır. Gerek Tolunoğulları, gerekse İhşidiler dönemlerinde Türkler Suriye'de iktidar olmuşlardır.

10 ve 11. yüzyıllarda Selçuklu akınlarıyla Türk göçleri giderek yoğunlaşmış, Orta Asya'dan birçok Türkmen boy ve oymakları, 1063 yılından itibaren Suriye'ye girerek kendi hayat şartlarına uyabilecek bölgeleri vatan edinmişlerdi. Suriye'deki ilk Türkmen yerleşiminin Halep ve Lazkiye şehirleri ile bunların kuzeyindeki bölgede olduğu anlaşılmaktadır.

Mısır'da Türk egemenliğini başlatan Tolunoğlu Ahmed

1243 yılında Anadolu Selçuklu ordusu, Kösedağ Muharebesi'nde Moğollara mağlup olunca Anadolu'daki nizam bozulmuş, dolayısıyla bazı Türkmen boyları, Anadolu’dan ayrılarak Memluk Sultanlığı’na bağlı olan Suriye’ye göçmüşlerdir.

Sultan Baybars (1260-1277) zamanında 40.000 çadırlık büyük bir Türkmen topluluğu Halep bölgesine gelerek yerleşmişlerdir. Bunların kışlığı Kuzey Suriye, yaylakları ise Maraş, Uzun Yayla ve Sivas'a kadar uzanmaktaydı. Böylelikle 13. yüzyılın ikinci yarısında bilhassa Suriye’nin kuzeyi tam manasıyla Türkmen yurdu haline gelmişti.

Bu dönemde Suriye’ye gelip Şam'a yerleşen Türkmenler, İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han’ın ölümünden sonra çıkan siyasi karışıklıktan faydalanarak 1337’de Elbistan civarında Dulkadiroğulları beyliğini kurmuşlardır.

Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında Mercidabık’ta Memlukluları yenerek bugünkü Suriye topraklarını Osmanlılara bağlamıştır. İstikrarlı biçimde geçen 500 yıllık Osmanlı hâkimiyeti boyunca bölgedeki Türkmenlerin varlığı, imparatorluğun Ortadoğu'daki egemenliği ve güvenliği bakımından önemli bir unsur olarak görülmüştü. Bu süre zarfında Türkmenlerin Suriye topraklarına yerleşmeleri daha kolay olmuştur. Osmanlı Devleti, Suriye’yi topraklarına kattıktan birkaç yıl sonra bölge Türkmenlerinin kayıtlarını tutmaya başlamıştır.

Yavuz Sultan Selim'in Ürdün ve Mısır seferi

1918’de Osmanlı bölgeden çekilene kadar Suriye bir Osmanlı toprağı olarak kalmıştır. Osmanlı ordularının Birinci Dünya Savaşı ile bölgeden çekilmek zorunda kalmasıyla Türkmenlerin bir kısmı Anadolu’ya dönmekle birlikte, Suriye coğrafyasında önemli oranda bir Türkmen topluluğu da kalmıştı. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Fransızlar tarafından çizilen Ortadoğu’nun paylaşım haritalarına göre, Suriye Türkmenlerinin yaşadığı bölgeler Fransızların denetimine bırakılmıştı.

Bu bölgedeki Türkler, Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetleri kurarak mücadeleye başlamışlardır. Suriye ve Filistin Kuvva-yı Milliye-i Osmaniye adıyla örgütlenen bölgedeki direnişin reisi, “Özdemir” takma ismini kullanan Ali Şefik Bey’dir. Kurtuluş Savaşı boyunca bölgedeki Türkmen direnişinin temel hedefi Türkiye’ye katılmaktı. Şubat 1919 tarihinden 22 Ekim 1921 tarihli Ankara Anlaşması’na kadar bölgede Fransızlara karşı sayısız çatışma ve taarruz yaşanmış, bu çatışmalarda çok sayıda işgal askeri öldürülmüş veya esir alınmıştır.

Türkiye ile Fransa arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması'nın 7. maddesi ile Suriye Türkmenleri konusunda Türkiye’ye garantörlük verildi. 20 Kasım 1922 tarihinde başlayan Lozan Konferansı’nda Suriye sınırı neredeyse hiç konu edilmeden kabul edildi. 31 Ocak 1923 tarihinde Suriye ile sınırlar belirlenirken, Ekim 1921 tarihindeki Türk-Fransız anlaşması temel esas olarak alınmıştı. Türkiye topraklarında kalmak isteyen köylerin isyanı olduysa da amaçlarına ulaşamadılar.

Türk ve Kürt silahlı milislerin Türkiye sınırına yakın bölgelerde Fransız manda idaresine yönelik başkaldırıları 1924 yılına kadar sürmüştür. Fransız manda idaresi mahalli idarelerinden oluşan Suriye Devletler Birliği’ni meydana getirerek ülkeyi yönetmeye çalıştı. Bu düzen, Araplarla Arap olmayanlar arasındaki gerilimi artırdı. Türkler, hem milliyetçiler hem de Manda idaresinin gözünde “dikkatli olunması gereken” bir azınlık durumuna düştü.

Türkmenler, Fransız mandası altındaki çalkantılı ilk on yıllık dönemden sonra daha sakin bir dönem yaşadılar; varlıklarını ve kimliklerini sürdürebildiler. 1936 yılında Fransa’nın bölgedeki hâkimiyetinin zayıflamasıyla birlikte baskılara maruz kalmaya başladı. 1936-1939'da sancağın Hatay adıyla Türkiye'ye katılması sürecinde Suriye sınırları içerisinde kalan Türkmenlere ilişkin hiçbir görüşme ya da anlaşma yapılmamış olması, Suriye Türkmenlerinin hukuki durumunu belirsizleştirdi. Bu belirsizlik Suriye yönetimlerinin Türkmenlere karşı baskı ve asimilasyon politikası uygulamasına neden oldu. 1946 ve 1972 anayasalarına göre Suriye-Arap vatandaşı olarak kabul edilen Türkmenlere kimlikleri ile yaşama hakkı tanınmadı. Türkçe gazete yayımlama imkânı ortadan kalktı; hatta Türkçe konuşmak bile yasaklandı.

1963’te yaşanan darbeden sonra baskılar artarak devam etti. Türkmenler herhangi bir sivil ya da yasal örgütlenme oluşturamadı. Bu dönemde bilhassa demir yumruklu Baas rejimince Türkmenlere yönelik acımasız bir baskı ve asimilasyon politikaları uygulanmaya başlandı.

Otoriter Baas rejiminin yıllar boyunca başta Türkmenler üzere kendi halkına uyguladığı demir yumruklu politikalar, barut fıçısının patlamasına sebep olmuş ve 2011 yılında başlayan Arap Baharı adındaki süreçte çıkan yangın Suriye’ye de sıçramıştır. Yaşanan protestolara Baas diktatörlüğünün verdiği acımasız ve kanlı karşılık, yaşanan olayların bir iç savaşa evrilmesine sebep olmuştur.

Bu iç savaşın ortaya çıkardığı iç olumsuzluklardan bütün gruplar gibi Türkmenler de etkilenmiştir. Bunun yanında iç savaş ortamı Suriye’deki bazı etnik gruplara kimliklerini ifade etme noktasında bir fırsat da yaratmıştır.

2011 Arap Baharı

Türkmenler, Suriye devletinin bütünlüğü içinde ileride kurulacak yönetimde siyasi ve kültürel hakları korunan ve temsil edilen bir topluluk olma adına muhalifler safında yer alarak siyasi ve askeri yapılanmalara gitmişlerdir. Türkmenler, iç savaş sürecinde bu yapılanmalarıyla uluslararası platformlarda ve Türkiye’de seslerini duyurabilmiş, görünür hale gelebilmişlerdir. Bu bağlamda uluslararası bakımdan Türkmenler, Esad rejimine karşı kurulan muhalif koalisyonda temsil edilmişlerdir. Askeri yapılanmalarla da rejime karşı direniş gösteren Türkmenler, 13 yıllık iç savaş boyunca ortaya koydukları özverili çalışmalarla 60 yılı aşkın Suriye’nin başında at koşturan Esad hanedanlığının devrilmesine mühürlerini vurdular. Esad sonrası Suriye’nin ordusunda önemli atamalar yapılmıştır. Türkmen saha komutanı Fehim İsa, savunma bakan yardımcısı ve Suriye’nin kuzey bölgelerinin askeri komutanı olarak atanan isim olmuştur.

(Devam edecek.)

Uğur Utkan