Dünyanın en ünlü doğa harikalarından biri olan Niagara Şelaleleri'nin neredeyse işyeriniz haline gelmesi, dışarıdan bakan biri için çok cazip görünebilir. Doğrusu "içeriden" bakınca da hiç fena görünmüyor. Toronto'da yaşayan bir rehber olarak yaz aylarında haftada birkaç gün genellikle ABD'den gelen misafirlerle günübirlik özel Niagara turu yapmak yaşamımın rutini haline gelse de bu işi keyifle sürdürüyor ve çok iyi yaptığıma inanıyorum.

Üç kişi ve üzeri turlarda (geçen ay iki çocuklu, dört kişilik bir aile için olduğu gibi), üç sıralı, toplam yedi kişi (şoför dahil) taşıyabilen SUV tarzı araçları kullanıyorum. Yarımada'daki iki ana destinasyon olan Niagara Şelalesi ve Niagara-on-the-Lake, Toronto'dan bir günde ziyaret edilebilir uzaklıkta ve Toronto çıkışlı günlük Niagara turları çok fazla talep görüyor.

Bu yazının konusu olan mevcut nesil, 2022 model Nissan Pathfinder, geçen yılın sonlarında ABD ve Kanada'da piyasaya sürüldü. Nissan'ın efsanevi üç sıralı SUV'u, marka imajı ve yeniden yapılanma çalışmaları açısından Nissan için en önemli modellerden biriydi. Orta boy SUV dediğimiz bu araçlar Kuzey Amerika pazarı için üretiliyor ve Avrupa'da satılmıyor.

Niagara Yarımadası'na giderken, 1970'lerde Nissan Pathfinder'ın manzara ve vahşi doğanın bir parçası olduğu birkaç belgeseli hatırladım. Elli yıl kadar önce de Nissan Pathfinder, Japon ürünlerinin sağlamlığını ve dayanıklılığını Afrika, Asya ve Latin Amerika'nın en uzak bölgelerinde kanıtlayan bir arazi aracıydı. Bugünkü gezimiz bir off-road testi değildi ve misafirlerimizle daha çok konfor ve lüksün keyfini sürdük. Ancak yeni Pathfinder, arazi koşullarında da 50 yıl önceki ataları kadar iyi bir araç olduğunu vaat ediyordu.

Nesiller boyunca Pathfinder, "uygar arazi araçları" trendini izleyerek daha kentsel bir araca dönüştü. Ancak mevcut nesil ile Pathfinder, uzun otoyol sürüşleri için de konfor ve lüks sunarken köklerine geri döndü.

Toronto merkezindeki otelimizden hareket ederek ilk hedefimiz, Niagara Nehri'nin Ontario Gölü'ne döküldüğü noktada olması nedeniyle Niagara-on-the-Lake ("Göl kıyısındaki Niagara," demek ve kısaca NOTL olarak da anılıyor) şehrine doğru yola çıktık. İki çocuklu bir aile, ben ve asistanım için Pathfinder, 350 kilometreyi bulan uzun bir günlük gezi için neredeyse ideal bir araçtı. Bir düğmeye dokunarak öne doğru kayan ve kapanan ikinci sıra koltuklar sayesinde üçüncü sıraya erişim kolaydı. Platinum versiyonunda ikinci sıradaki kaptan koltukları destekleyici ve rahattı.

Toronto'yu Niagara Yarımadası'na bağlayan Kraliçe Elizabeth Otoyolu'nda (Queen Elizabeth Way ya da kısaca QEW) ekspress şeridi kullanabilmemiz sayesinde rahat ve nispeten hızlı bir seyirden sonra, Erie ve Ontario göllerini birbirine bağlayan ve Büyük Göller deniz trafiğinde çok önemli bir su yolu olan Welland Kanalı üzerinden geçip şarap bağları arasından NOTL'ye ulaştık. Yol üzerinde bölgenin en ünlü şarap üreticilerinden olan Colaneri'ye uğrayıp birkaç resim çektik.

Şaraphanenin kurucusu Mike Colaneri, Romanesk tarzı binayı ailenin adına atıfta bulunmak üzere C harfi şeklinde tasarlatmış. Ancak, sabahın erken bir saati olduğu için programımızda bir şarap tadım seansı yoktu ve bu etkileyici mimarinin tadını çıkarmakla yetindik. Günün son ışıklarının kemerli pencerelerden süzülerek sihirli bir atmosfer yaratacağı akşamın altın saatlerinde buraya gelmeyi ise bir başka sefere erteledik.

Niagara-on-the-Lake'deki, 1864 yılında açılmış olan, 19. yüzyıl Viktoryan dönemin lüksünü yansıtan tarihi Prince of Wales (Galler Prensi) Oteli'ndeki öğle yemeği molası, hepimiz için gezinin en güzel anlarındandı.

Amerikan ordusu, kuruluşu 1770'lere uzanan Loyalist (Amerikan bağımsızlık hareketine karşı Britanya İmparatorluğu'na bağlılığı seçen Avrupa kökenli göçmenler) kasabayı, o zaman İngiliz dominyonu olan Kanada ile bağımsızlığını yeni kazanmış olan ABD arasındaki 1812 Savaşı sırasında yakıp yıkmıştı. Kanadalılar bu kasabayı barıştan sonra, 19. yüzyılın ilk yarısında İngiliz mimarisinin değişik tarzlarında yeniden inşa ettiler. NOTL, o günlerden beri iyi korunmuş mimarisiyle sadece Kanada değil, ABD ve dünyanın her yerinden yüz binlerce ziyaretçiyi kendine çeken bir turistik kasaba. Buraya her yıl 200 binden fazla ziyaretçiyi çeken Shaw Tiyatro Festivali, iki yıllık pandemi tatilinin ardından bu yıl perdelerini tekrar açtı. Hem de 60. yılını kutlayarak.

Öğle tatilimizin ardından Winston Churchill'in "dünyanın en güzel pazar sürüşü" olarak tanımladığı manzaralı Niagara Parkway üzerinden şelalelerin olduğu Niagara Falls'a doğru yola çıktık. Living Water Wayside Şapeli'nde kısa bir fotoğraf molası verdik. Dünyanın en küçük kilisesi olarak bilinen (bu iddiayı doğrulayacak resmi bir kayıt bulunmamakla birlikte) sadece altı kişilik kapasitesiyle bu küçük ve güzel yer, Niagara Şelalesi yolunda "Instagramlanabilir" noktalardan biri. Ayrıca çok az sayıda davetlisi olan evlilik törenleri için düşünülebilecek bir mekân. Şapeli, 1965'te Niagara Falls Hıristiyan Reform Kilisesi yaptırmış olsa da bugün kiliseyi kimin yönettiği belli değil. Ancak kapıları 7 gün ve 24 saat açık.

İki yüz on yıl önce, genç ve enerjik Amerika'nın Kanada'yı yutma ve aslında bağımsızlığını engellemeye çalışan Britanya İmparatorluğu'na karşı başlattığı savaş, "beraberlikle" sonuçlandıktan sonra Niagara Nehri, iki ülke arasındaki doğal ve resmi sınır olarak tanındı ve bu özelliğini bugüne kadar korudu.

Güneyde Erie Gölü'nden başlayıp 58 kilometre kuzeydeki Ontario Gölü'nde sona eren Niagara Nehri, New York ve Ontario eyaletleri arasındaki sınırı oluşturuyor.

İki şehir arasındaki 25 kilometrelik yol boyunca sırasıyla Queenston Heights (İngiliz General Isaac Brock'un vurularak öldüğü savaş alanı), Floral Clock (1950'den beri burada bulunan ve bölgedeki bahçecilik okulunun öğrencilerinin her yıl iki defa süslediği çiçekli saat) ve Whirlpool Rapids'te (1916'dan beri nehrin azgınlaştığı koy üzerinde sefer yapan tarihi teleferiğin olduğu yer) kısa fotoğraf molaları verdik.

Niagara Falls'a vardığımızda nehrin Kanada ve Amerika tarafındaki şehir merkezlerini birbirine bağlayan ve yayaların da geçebildiği Rainbow Bridge (Gökkuşağı Köprüsü) ve Amerika tarafındaki Amerikan ve Bridal Veil (gelin duvağı) Şelaleleri ziyaretçilerimizi karşıladı ve birkaç dakika sonra şelalelerin en görkemlisi olan Horseshoe Falls (At Nalı Şelalesi) karşımıza çıktı. Misafirlerimiz bu manzaradan çok etkilendiler ve akşam saat 10.00'daki havai fişek gösterisine kadar olan altı saatlik zamanı hiç sıkılmadan değerlendirdiler.

Niagara Nehri, Büyük Göller Bölgesi adı verilen ve Superior, Michigan, Huron, Erie ve Ontario'dan oluşan ekosistemin hayati bir parçası. Bu görkemli nehir, Erie Gölü ile Ontario Gölü'nü birbirine bağlıyor, yeryüzündeki tatlı suyun yüzde yirmisi bu nehirden geçerek Atlantik Okyanusu'na doğru akıyor. Kanada ve ABD'deki 40 milyon kişi her gün bu ekosistemden 200 milyon litreyi aşkın su kullanıyor.

İki göl arasındaki 99 metrelik kot farkı, ünlü At Nalı Şelaleleri'nin bulunduğu noktada 55 metre. Bu şelaleden "düşen" su miktarı, dakikada bir milyon banyo küvetini dolduracak kadar çok.

"At Nalı" adı verilen ve Kanada ile ABD arasında yer alan ana şelale, 670 metre genişliğe sahip olup şeklinden dolayı bu ismi taşıyor. Nehrin Amerika tarafındaki şelaleleri ise daha küçük ve en güzel manzaralar Kanada tarafından görülebiliyor. Öyle ki, Amerikalılar, At Nalı Şelaleleri'ni kendi topraklarından görebilmek için nehrin üzerine doğru uzanan bir manzara platformu inşa etmişler.

Ve bugünlerde, New York ve Ontario'daki aynı adlı iki kasabayı birbirine bağlayan Niagara Falls kasabasındaki Gökkuşağı Köprüsü'nü yürüyerek geçerek Kanada'ya iltica eden Türklerin sayısını tahmin etmek bile kolay değil. Türkiye'den başlayıp Meksika ve ABD üzerinden Kanada'ya uzanan macera ve tehlikelerle dolu bu yolculuklar ise bir sonraki yazımın konusu.

Gece yarısından kısa bir süre önce Toronto'ya döndüğümüzde, 3.5 litre hacimli, 6 silindirli motora sahip Nissan Pathfinder'ın tüketimini ortalama 10.7 olarak ölçtüm ki, bu sınıf bir araç için oldukça makul bir değerdi.