İnsan ruhunun sürekli sakatlandığı ve baskılandığı bir çağda bireyin varlık nedeni de her geçen gün anlamını yitiriyor. Duygu ve düşüncelerin nesnelerle iç içe geçtiği, durmaksızın yer değiştirdiği bu hız çağında varlığımıza yaklaşabilmek, "kaybolmadan" yeni anlamlar yükleyebilmek hemen hemen imkânsız gibi.
Eğer ki kendinizi yapayalnız, çaresiz hissediyorsanız, sonsuz bir mutsuzluk halesiyle çevriliyseniz, mutlak bir ıstırap sarmalına mahkûm halde salınıp duruyor ve bir türlü çıkış yolunu bulamıyorsanız, Sevgi Uçar'ın Ateşten Şâyeste kitabında, kelimelerle kurduğu şiir evreninde biraz olsun nefeslenebilirsiniz.
Önce parça parça var olacağınız sokak gürültüleri arasında "Sessiz, masmavi bir gök" karşılayacak sizi bu evrende. Şehrin kapılarından geçecek, uğultulu ölüleri göreceksiniz, varlığınız uykularınızda çınlarken ve kâinat uykuya dalmışken bunca kargaşanın içinden sevgiliye sesleneceksiniz yine de:
[...]
Geç şehrin kapılarından, mevsimler utansın
Daha cahil dünyada çırılçıplak kalırız belki
Zapt edeceğiz uğultulu ölüleri
Belki de düşeceğiz göğün boşluğuna, gölgesiz. ("Göğün Boşluğu", s. 15)
Uzakları yakın kılacak, her defasında çocukluğunuzu bulacaksınız yanı başınızda. Aşkın "hızla çarpması"na bile rıza gösterecek kadar ağırbaşlı bir tevekkülle çıktığınız yolculukta gecenin, yağmurun, rüzgârın, gökyüzünün seslerini dinleyeceksiniz.
Ve karanlık ile sessizliğin gölgesinde ağlamaklı vaziyette, "Üstelik bu ben gibi/ gecelerden bilirim" diye sesleneceksiniz benliğinize; ve kapanacaksınız iç âleminize:
[...]
Evet bu ben gibi
Tanırım yaramı
ve yarama denk düşeni. ("Gece Sessiz ve Ağlamaklı", s. 85)
Hasta ruhlar arasında
Sevgi Uçar'ın Ateşten Şâyeste'sini elinize alıp okumaya başladığınızda, mütemadiyen karşıtlıklar ve negatif anlamlarla dolu kaotik bir yaşamın içinde, yasaklarla kuşatılmış halde, varlığınıza ipotek koyan toplumsal baskılara karşı çıkmanın, "insan olabilmek" ve "kadın kalabilme"nin sırlarını arayacaksınız.
"Var olamama"nın ürpertili sancısı sizi aşkın karanlık dehlizlerine bırakacak, "bir gün var olacağınız" umuduyla "rengârenk cesedinizden" kurtulmanın yolunun "ateşten" geçtiğini öğretecek size.
Gölgesiz uykularda, mahşeri kalabalıkta ve hasta ruhlar arasında, yaralarınızı tanıyarak, kendinizi arayarak, kaybolmayı bile göze alacağınız bir yere geleceksiniz:
[...]
Kaybolmaya ihtiyacım var
Bu kalabalıktan
Bu diyardan
Kaybolup insanlardan
Bulmam lazım kendimi
Kendimi buldurmam lazım, kendime. ("Kendimi Arayış", s. 56)
Ezelden ebede uzanan sığınağımız
Peki "orası", neresi dersiniz? İşte orası sizin, ezelden ebede uzanan sığınağınız olacak; "acının sığınağı"...
Ve o an, uzlaşmaz zıtlıkların birlikte var olduğu; ölüm ve yaşamın, özgürlük ve esaretin, aşkın ve yalnızlığın, keder ve sevincin bir arada bulunduğu, varlık ve hiçliğin aynı temel üzerinde yükseldiği o sığınakta, varoluşa açılan kapılardan içeriye doğru ilk adımınızı atacaksınız.
Yolculuk başlıyor; hazır mısınız?
[...]
Tek bir duada dileneceğim
Tanrı bunu duysun. ("Tanrı Bunu Duysun", s. 90)