Uzun süreden beri hep düşünür dururum. Kendimce bazı yanıtlar ararım ancak bulduklarımın hiçbiri yüreğimi rahatlatmaya yetmez. Bazen de onların çok mu yürekli yoksa çok mu zayıf olup olmadıkları konusunda açmazda kalırım.
Bir şair neden intihar eder? Hayatın kanatıcı gerçeklerinin ağırlığını taşıyamadığı zaman mı alır bu kararı? Ya da hassas ruhunun bunalımlı duygu kırılmalarındaki çıkışsız anlarda mı olur bu süreç? Hayal kırıklıkları, insana ve inandıklarına inancın bittiği yer midir son adım?
Her şair nasıl kendine özgü ayrı bir yapıtaşı ise onların ölümü seçmelerindeki gerçekler de kuşkusuz onlara özgüdür. Bunlar neden hep genç yaşta gerçekleşir, işte can acıtıcı soru burada yatar?
Nilgün Marmara, Sadık Hidayet, Mayakovski ve Sergei Yesenin ilk akla gelen isimlerdir.
Yesenin şöyle veda ediyor:
Elveda Dostum Elveda
Elveda sevgili dostum, elveda,
Sen kökleri içimde uzanan.
Ayrılık yazılmış alnımıza
İlerde gene karşılaşırız inan.
Elveda dostum, el sıkışmadan
Sessizce. Ne keder, ne tasa gerek:
Ölmek yeni bir şey değildir bu dünyada
Ama yaşamak da yeni bir şey olmasa gerek
Çeşitli intihar denemelerinde bulunan yazarlarımızdan Tezer Özlü ise, Yaşamın Ucuna Yolculuk adlı romanında şöyle der: “Bir yüksekliğin, bir başıma olduğum bir yüksekliğin en ucundayım. İnemiyorum. Yaşayamıyorum. Ölemiyorum.”
Türkiye Yazarlar Sendikası’nın öncülük ettiği ve Nilüfer Belediyesi’nin yayıma hazırladığı, genç yaşta ölen şair ve yazarlarımızı bize hatırlatan, onların eserlerine yer verilen Dinmez Tarla Kuşunun Şarkısı adlı çalışma, Özdemir Asaf’ın aşağıdaki dizelerinin haklılığını gösteriyor.
Kimi hastalıktan, kimi başka nedenlerle erken yaşama veda edenlerimiz var bir de. Geçtiğimiz aylarda aramızdan tüm okurları ile vedalaşarak göçüp giden küçük İskender gibi. Sosyal medyada onun ardından iyi paylaşımlar, abartılı yorumlar olduğu gibi, şiirini küçümseyen, şair kıskançlığının cenderesinden kurtulamayanlar da oldu. Şairlerin ruhları hastalandığı için bedenleri ruhlarını taşıyamaz oluyor. Şiir neden yazılıyor? Şair anlaşılmak istediği için mi sözcüklerin içine kendi gerçeğini, duygularını, yüreğinin gizini saklıyor başkaları bulsun diye. Hayatın içinde anlaşılmadığı için mi şiirin gücüne sarılıyor? Özdemir Asaf, "Yıpranmamış bir ruhtan orospu, yıpranmamış bir ruhtan şair olur mu?" diye boşuna sormuyor.
Ben kendi adıma çok üzgünüm. Yaşayan ve gerçekten severek okuduğum birkaç şairden biriydi küçük İskender. Şiirlerindeki imge derinliği, hayatı kavrayışındaki sözcüklerin gerçek şiire evrilişi beni etkilemiştir. Benim ısrarla vurguladığım “şiirin okuyucu tarafından yeniden üretilmesi sürecini” en iyi küçük İskender’in şiirlerinde bulmak mümkün. Bazı yorum yapanlar “Nâzım Hikmet’ten sonraki en büyük şair” tanımı ile ne kadar çok abartıyorlarsa, “yazdıkları şiire benzemiyor” diyenler de orantısız tanım yapıyorlar. Bir yazarın, bir şairin övülmesi, takdir edilmesi için illa ölmesi mi gerekli? Neden öldükten sonra söylediklerimizi, yaşarken söylemiyoruz? Nasıl olsa bize yanıt veremez, artık zararsız, diye mi düşünüyoruz? Ne kadar acıklı ve ayıp. Küçük İskender kendine özgü, ilham veren bir şairdi. Sözcükler onun yurduydu.
Başlıktaki “Şairler Erken Ölür” tanımını gören dostlarım alınmasınlar. Hangi yaşta olursa olsun, her şairin ölümü erken ölümdür. Sadece genç yaşta ölenlerin gerekçesi vardır. Yaşla birlikte deneyim kazanan şairler, heybesinde biriktirdiği hayat öğretilerini şiirin namlusuna sürerek bizleri daha çok yüreğimizden vuruyorlar. Her yaşın insanda bıraktığı değişen duygu ve düşünce yoğunluğuna paralel şiirler üretildiğine tanık oluyoruz.
Bazen şunu da sormak gelir içimden; genç şairin duygu yoğunluğu ile şiir işçiliğindeki eksiklikleri mi daha değerlidir, yaşını almış ancak duygu tükenmesi olan fakat şiir tekniğini iyi kullanan şairin şiiri mi daha değerlidir? Elbette bu soruların yanıtları için daha çok bir edebiyat dergisinde tartışılacak sorular bunlar. Ama ben yine de araya sıkıştırayım istedim. Belki egosu şiirinden büyük, şiiri edebiyat lobisinin içindeki yerinden küçük kendinden menkuller bir kez daha şiirin tartısına kendilerini çıkartmaya cesaret edebilirler bu sorularla.
Sonuç olarak her şairin ölümü erken ölümdür. Çünkü onun şiirinin ömrü sözcüklerin ölümsüzlüğünün içinde saklıdır.