Otobüslerde, tek başına yapılan uzun yolculukların çok sıkıcı olduğunu düşünüyorum. Tek başınasın, kitap okuyamıyorsun, çünkü okusan miden sorun olmaya başlayacak! Kulaklığını takıp Wagner dinleyerek uyumaya çalışıyorsun, fakat bu da başarısız! Ya tam uykuya dalacakken boynun bükülüyor, uyanıyorsun, ya da başını yasladığın otobüsün penceresi o kadar titriyor ki migrenin de seni titretiyor. İlaç kullanarak yolculuk boyunca uyumak ise, yalnız yolculuklar için güvenilir bir yol gibi görünmüyor bana. Evet, topluma karşı güven problemi yaşıyorum. Kadına yönelik şiddetler, cinayetler ve hâlâ sokaklarda sapıkların dolaştığı haberlerini her okuyuşumda yaşımdan büyük güvensizlik taşıyorum içimde! Bu sebepten olacak ki uzun yolculuklarda yaslanabilecek bir omuz şart(!) diyenlerdenim. İster uyursun, ister sohbet edersin.

Temeline inerek bir çözüm arayalım: Uçak biletlerinin fiyatlarını düşürsünler. Bilet fiyatı, neredeyse bir ev kirası kadar! Düşürün kardeşim şu bilet fiyatlarını, otobüsünden uçağına kadar hepsi mi pahalı olur? Uzun yolculuklar benim gibi öğrenciler için büyük problem; yolculuk boyunca kafamızdan neler geçiyor neler! Başarısız ilişkilerimizi, gerçekleştiremediğimiz sorumluluklarımızı, önümüzdeki ayın kirasını; yaklaşan kara ayın sonunda elektriğe gelen zammı harçlığımızdan kesecek olmamızı düşünüp uykularımızla beraber tadımızı da kaçırıyoruz. Öğrenciler bu yüzden depresif işte. Cebinde parası olmayınca huzuru da olmuyor. Oysa çoğumuz istiyoruz ki her yıl başka bir ülkenin dilini öğrenelim. Ne yazık ki dört yıllık fakülteleri, yabancı bir dili tam anlamıyla öğrenemeden bitiriyoruz.

Okullardaki dil eğitimi –çoğu üniversitede İngilizce öğretiliyor–, ya yetersiz oluyor, ya da alanımızla ilgili olmuyor, derdimizi anlatacak kadar öğrenebiliyoruz! I’am not rich! I haven’t money! Yabancı dil öğrenmekte ısrarcı olursak, dil kurslarının fiyatına ikinci el bir araba bile alabilir, zamanımızı her gün sanayide harcayabiliriz. Tabii bu ‘sanayisever’ arabayı da alamıyoruz, çünkü cebimizde uçak bileti bile alacak paramız yok henüz. –Çoğumuzun ehliyet kurslarına yazılıp araba kullanmayı öğrenecek parası da yok. –  Zavallı öğrencinin parası yok, geri ödemesi iki yıl sonra olan bursu var, yaklaşık yirmi bin Türk Lirası olan burs borcu var.

Romantik yaşamaktan başka çaremiz kalmıyor. “Uzun yolculuklarda bir omuz şart,” diyerek kendimizi kandırıyoruz biz de işte. Ne yapacaktık? “Hem okuyun, hem çalışın,” derseniz, “Bizim de yaptığımız o zaten,” derim size. Hem işi, hem de okulu beraber sürdürüyoruz ama durum böyle olunca da okulumuz uzuyor.

Okulun uzamasının bir başka nedeni de bilinçsizce, kariyer planı yapmadan, ‘heves ederek’ üniversite tercihimizi yapmış olmamızdır. Bu yüzden çoğumuz yanlış bölümlerde yanlış derslere çalışıyoruz. Okuduğu bölümle hiç ilgisi olmayan birçok arkadaşım var, oradan biliyorum. Siyaset okuyan bir arkadaşım var ki, harika resimler çiziyor. Edebiyat okuyan diğer arkadaşım analitik zekâsı sayesinde, inşaat mühendisliği okuyan başka bir arkadaşımızı vize sınavlarına çalıştırıyor. Bütün gitar çeşitlerini çalabilen bir arkadaşımız da var ki, iktisat okuyor, kendisi üniversite hayatına yedinci yılından devam edecek bu dönem. Birinci sınıftan kalan birkaç dersi olduğundan yakınıyordu son konuşmamızda. Ve bu yetenekli arkadaşların hiçbiri kendilerini geliştirdikleri alanda eğitimlerini tamamlayamıyor.

Üniversitenin ilk yılında fark etmediler; o sıralarda kirayı yetiştirmek için garsonluk yaparak kafelerde ve restoranlarda koşturuyorlardı, yanlış bölümde okuduklarını fark ettiklerinde ise bölümdeki hocalardan daha eski olmuşlardı. Başka bir bölüme yerleşmeyi düşünmemelerinin temel sebebi, o bölümde harcanan yılları heba etmek istememeleri elbette, ikincisi ise maddi yetersizlik. Kendilerini geliştirdikleri bölüme girmek için maddi birikimleri yok. Biraz hayalperest davranıp durumu yumuşatmak gerekirse, “Bu bölümü bitirip(!) işe başladıktan sonra hemen inşaat mühendisliği okuyacağım, hayallerimi gerçekleştireceğim,” gibi cümleler söylüyorlar. Üniversite tercihlerimizi ya ailemizin baskısı doğrultusunda yapıyoruz, ya da kendimizi tam tanımadan, yeteneklerimizi bilmeden, keşfetmeden...  Şanslı ve ileri görüşlü kesimler zaten bu konu üzerinde konuşmuyorlar, üniversitelerini tam döneminde bitirip iş hayatına atılıyorlar. Örneğin ben üniversite tercihimi yaparken rehberlik hocama şöyle bir soru sormuştum: “Hocam, siyaset bilimi ve kamu yönetimi düşünüyorum. Kırıkkale’yi tutturuyorum. Bölüm ve şehir hakkında siz ne düşünüyorsunuz?” Hocamın cevabı ise evlere şenlikti: “Kırıkkale iyi, Ankara’ya da yakın, meclise filan gidersiniz.”

Şimdi kulaklığımı takayım, Wagner’den “Prelude” dinleyerek uyumaya çalışayım. Belki Kırmızı Köprü’ye varana kadar boynum bükülmeden uyurum. Yok ki başımı yaslayıp uyuyabileceğim bir omuz!