Ortadoğu ve Asya bölgesi yangın yerine dönmüş durumda. Kan kokusu, barut, ağıt sesleri ve büyük bir insanlık trajedisi yıllardır bu bölgelerde kabuk bağlamış yara gibi bir kapanıp bir kanıyor. ABD'nin ve müttefiklerinin barış ve demokrasi yalanlarını savaşa dönüştürdükleri günden beri Irak'ta bir milyondan fazla, Suriye'de beş yüz binden fazla sivil hayatını kaybetmiş durumda. Bunların her biri sayıdan ibaret değil, hepimiz gibi umudu, geleceği ve geçmişi olan birer insan. Afganistan'da ise son yirmi yılda yüz binden fazla can kaybı var. Bu coğrafyalarda sakat kalanlar, aklını kaybedenler ve yurdunu bırakıp mülteciye dönüşen insanların dramlarının sayısı ise kesin olarak bilinmiyor. Dünyanın bir bölgesi kan revan içinde iken, diğer bölgesi sadece seyretmekle mükellef.

Glasnost ve perestroyka yalanlarından sonra çözülen sosyalist blok, ABD emperyalizmi ve NATO tarafından siyasi ve silahlı bir risk olmaktan çıkmıştı. NATO ve emperyalist güçlere yeni bir düşman lazımdı. Çok geçmeden aranan bulundu. Siyasal İslam'ın temsilcileri ve tarikat liderleri soğuk savaş döneminden beri hep batı ittifakıyla işbirliği içinde olmuş ve Sovyet bloğunu gerekçe göstererek insan haklarını, bağımsızlığı, hak ve hukuku savunanlara karşı şiddetle karşı çıkmışlardı. Pentagon ve NATO'nun masaya koyduğu haritada en elverişli düşman zaten istikrasızlığa gebe bir coğrafya olan Müslümanların kendi aralarında çatışmalar, bölünmeler yaratarak, kendi varlığını ve ittifaklarını bir arada tutma projesiydi, bunda da başarılı oldular.

Silahlanma yarışında başı çeken ülkeler neden batı ittifakının temsilcileriydi bu hiç sorgulanmadı siyasal İslamcılar tarafından. Neden sadece Müslümanların yaşadığı ülkelerde ve coğrafyada kan akıyordu, bunu hiç sormadılar. Sormadılar, çünkü ABD'ye tüm ruhunu satan savaş ağalarının menfaatleri ile sahiplerinin çıkarları örtüşüyordu. Emperyalistler bizim ülkemiz de dahil olmak üzere işbirlikçisini ve kendi halkına ihanet eden hainler bulmakta hiç zorlanmadı.

Daha 11 Eylül olmamışken 1995 yıllarında yeni düşmanın tarifi ABD düşünce kuruluşlarında çoktan tartışılmaya başlanmıştı. Bunların en bilineni CIA'nın bir dönem başkan yardımcılığını yürüten, 1980 sonrasında Türkiye İstasyon Şefi olan ve "ılımlı İslam" kavramının teorisyenlerinden ve sonradan Ortadoğu üzerine 'İslamsız Dünya', 'Yeni Türkiye Cumhuriyeti', 'Siyasal İslam'ın Geleceği' kitaplarının yazarı Graham E. Fuller'dir. Sonradan bu düşünce Türkiye'de "ulus ve laik" devletin yıkılarak yerine Müslüman Kardeşler ideolojisini entegre etme yönündeki çabalarla bugünkü iktidarın temeli atılmıştı. Bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu rejim krizini anlamak istiyorsak ABD düşünce kuruluşlarının ve derin devletinin projeksiyonlarını iyi analiz etmemiz lazım.

Şimdi dönüp geriye baktığımızda, ABD'nin ve ittifaklarının projelerinin kan ve gözyaşından, istikrarsız bir bölge ve tüm Avrupa'yı tehdit eden göç dalgasından başka bir şey bırakmadığı görülmektedir. Bu kan ve gözyaşının en orta yerinde ise BOP (Büyük Orta Doğu Projesi) gibi fantastik bir bataklığın içinde ülkemiz kala kalmıştır. Sadece sınırlarımızda değil, Afganistan'da Taliban'a terk edilen bir büyük coğrafya siyasal İslam'ın terör üretme noktası olarak tüm yakın ve uzak ülkeleri istikrarsızlaştıracak, terörü ihraç edecek hale gelecektir. Burada insanlık dramları, kadınların ve çocukların akıl almaz acıları hepimizin gözünün önünde yaşanıyor. Yine kirli pazarlıklarla, insan hayatlarının dolar'a veya euro'ya tahvil edilmesi pazarlık masalarının can yakıcı konusu olmaya devam edecektir.

Bu pazarlıklardan kimsenin elinin temiz çıkmasının olanağı olmadığı gibi, orta vadeli bir zaman diliminde bölgemizde barışın geleceği de yok. Yoksul ve masum halkların kendi aralarında dayanışmasının dışında bir çıkar yol da görünmüyor. Emperyalizmin kıskacı altında bizim ülkemiz de, Ortadoğu ve Asya'nın bir kısmında daha çok bedel ödeyeceği çok açık.

Her yıl "barış"ın varlığını bir kez daha kitlelere anımsatmayı amaçlayan 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde de insanlık neyi kutlayacak?

Kan ve gözyaşı, açlık ve salgın hastalıklar, göçler ve kadınların, çocukların dramları altında barış kutlanabilir mi? Bizler her ne koşulda olursa olsun "barış"ı ısrarla savunmaya, insanlığın geleceği için onun bayrağını yüceltmeye devam edeceğiz. Ülkemiz ve bölgemiz için başka bir çıkış yolumuz maalesef ve ne acı ki yok.