Yerin yüzlerce metre altında hayatını kaybeden maden işçilerinin anısına hürmetle ve duayla...

 

Kendine geldiğinde hiçbir şey göremiyordu. Kör olduğunu zannetti önce. Başını yokladığında ışıklı bareti yerinde değildi. Zifiri karanlıkta el yordamıyla aramaya başladı baretini. Daha sonra hareket edemeyecek kadar küçük bir çukurda olduğunu fark etti. Patlamadan önce en yakınında bulunan arkadaşı Sami'ye seslenmek için dudaklarını araladı, sesi çok kısık ve hırıltılı çıkmıştı. Bir kez daha seslenmeyi denedi. Bu sefer biraz daha yüksek ama yine hırıltılı çıkan sesi küçücük kuyunun içinde yankılandı. Yerin yüzlerce metre altında mahsur kaldığını anlaması fazla uzun sürmemişti. Kaderine razı olup kurtarılmayı beklemekten başka bir çaresi yoktu. Ya gelemezlerse diye düşündü, ya kurtulamazsa...

Bütün sevdiklerini bir bir hayalinde canlandırmaya başladı. Daha o sabah ilk adımlarını atmaya başlayan Samet'inin gözlerindeki parıltıyla yavaş yavaş bilinci aydınlandı:
Oğlunu kucağına ilk aldığında kendisinin sahip olamadığı bir hayatı yaşaması için var gücüyle mücadele etmeye karar vermişti. Samet yedi aylıkken ilk kez baba dediğindeyse, hayatı bütün olumsuzluklara rağmen daha bir yaşanılır olmuştu. O daha güzel bir dünyada yaşamalıydı. En güzel oyuncaklarla oynamalı en güzel giysileri giymeliydi. Ve de okumalıydı o, büyük adam olmalıydı. Sonuna kadar arkasında durup yemeyip içmeyip okutacaktı oğlunu. "Samet Bey'in babası" dediklerinde kasım kasım kasılacak etrafına gururla ve gülümseyerek bakacaktı.

Ne var ki hayat hayallerinde var ettiği imkânları sunmak için pek de cömert davranmamıştı ona. Çalıştığı çay ocağı kapanıp İşsiz kaldığında, oğluna mama alabilmek için borçlanmıştı fırıncı Rıza'ya. Birikmiş kira borcunu ödeyebilmek için evdeki eşyaların bir kısmını satmak zorunda kalmıştı. Bütün yoksulluğuna rağmen, hayatındaki en büyük şansı Fatma gibi bir eşe sahip olmasıydı.

Fatma'sı... biricik sevdiği... Şayet o olmasaydı, hayatın acımasızlığına katlanıp zorluklarına göğüs gerebilir miydi bunca zaman? Ömrünün baharında tanıdığı ve kaçarak evlendiği hayat arkadaşına gün yüzü gösterememişti, fakat o hiç şikayetçi olmamıştı bu durumdan. Maden ocağına işçi alınacağını öğrendiğinde yeniden bir ümit ışığı doğmuş, o gece uyumamış, erkenden başvurunun yapılacağı yere gitmiş ve saatlerce beklemişti.
İşe başladığı ilk gün eve yorgun argın döndüğündeyse, kendisini kucağında oğluyla karşılayan eşinin gözlerine uzun süreden beri ilk defa büyük bir huzur ve umutla bakabilmişti.

Öksürerek düşüncelerinden sıyrıldı ve nefes alırken zorlandığını hissetti. Ağzının içi çamur gibi olmuştu. Tükürmeye çalıştı önce ama yapamadı daha sonra üzerindeki gömlekten bir parça yırtarak onunla ağzını kapattı. Yine nefes alamıyordu fakat biraz daha rahatlamıştı...

Fatma... güzeller güzeli Fatma... onca isteyeni varken çulsuzun birini seçmesine kimse bir anlam verememişti. “Sevda nedir ki?..” demişlerdi, “onunla karın doyar mı hiç? Zamanla unutup gidersin. Bak gül gibi konakta bir elin yağda bir elin balda yaşayacaksın, bir ‘he’ de, önüne dünyaları serecekler, vazgeç bu sevdadan…” Vazgeçmemişti Fatma'sı, bir gece bohçasını alıp da kaçmıştı ona her bir zenginliği elinin tersiyle iterek.

Kırkağaç'tan Soma'ya kaçtıklarında önce dayı oğlu Osman'ın evine sığınmışlar daha sonra merkezdeki küçük çay ocağında işe başlayıp bir miktar para biriktirince, şu an oturdukları tek göz odadan ibaret olan evi kiralayıp orayı sımsıcak bir yuva haline getirmişlerdi. Gece yarılarına kadar çalıştığı halde yorgunluk nedir bilmiyordu. Daha doğrusu bütün yorgunluğu Fatma'sının gül yüzünü gördüğünde sona eriyordu. Bir gece işten döndüğünde Fatma'sının verdiği müjdeyle dünyalar onun olmuştu. Eşi, hamile olduğunu söylediğinde kendini tutamayıp basmıştı narayı. Gecenin bir yarısında konu komşu merak içinde üşüşmüşlerdi kapılarına. O da, tanıdığı tanımadığı kim varsa, hepsine neşe içinde sarılarak, "Çocuğum olacak!.. Çocuğum olacak!" deyip durmuştu. Oğlu doğduğunda gözlerinden boşalan iki damla yaş onun belki de hayatındaki ilk mutluluk gözyaşlarıydı.

Yukarılardan gelen birtakım tıkırtılar onu biraz olsun ümitlendirmişti. Belli ki onu kurtarmak için uğraşan birileri vardı. Bir kez daha gücünün yettiğince haykırarak orada olduğunu duyurmaya çalıştı. Haykırdıkça nefes nefese kalıyor, ciğerlerine çektiği hava yetmiyor ve bu sefer daha sık nefes almaya başlıyordu. Bulunduğu o küçücük alandaki oksijenin giderek azaldığının farkındaydı. Daha yavaş ve aralıklı nefes almaya başladı. Hareket edemediğinden dolayı uyuşan ayaklarını hissedemiyordu. Duvardan destek alarak ayağa kalkmayı denedi ama doğrulamayıp tekrar bulunduğu yere çöküverdi...

Samet'im, mis kokulum... diye mırıldandı güçlükle nefes alırken. Samet'i kucağına alıp her kokladığında dünyanın en güzel kokan varlığının o olduğunu düşünmüştü. Bu sabah evden çıkarken de, beşiğinde uyumakta olan oğlunun alnına bir buse kondurmuş ve her zamanki gibi doya doya koklamıştı. Fatma'sı onu yolcu ederken, yanında birkaç dakika daha fazla kalıp ona sarılarak sevdiğini söylemek istemişti. Son zamanlarda bunu pek söylemediğini düşünmüş ve nedense evden ayrılırken birden aklına gelivermişti. Yavaş yavaş hayatları düzene girmeye başlamış, birkaç aydır çalışmakta olduğu madende kazandığı parayla işsiz kaldığında sağa sola yaptığı borçların büyük bir kısmını ödeyebilmişti. Kazandığı üç kuruş para Fatma'sının tutumlu ve hamarat olması sayesinde onlara rahatça yetiyordu. Hele bir rahata kavuşsunlar ilk işi Fatma'sına tam otomatik bir çamaşır makinesi almak olacaktı. Onun narin elleri artık daha fazla yıpransın istemiyordu. Bir de son çıkan plazma televizyonlardan alacaktı sonra, zorda kaldığı zamanlarda satmış olduğu tüplü televizyonun yerine.

Tıkırtılar daha yakından geliyordu sanki. 'Buradayım!" diye seslendi gücünün yettiğince. "Yaşıyorum buradayım..." sesini duyabildiklerinden emin değildi, çünkü kendisi bile sesinin çıkıp çıkmadığını anlayamamıştı...

Anasız babasız büyümenin bütün zorluklarından sonra, mutluluğu kurmuş olduğu yuvasının sıcaklığında tatmıştı. Amcasının yanında yaşarken senelerce sığıntı gibi hissetmişti kendini. Babasını hiç tanıyamamış, siyah beyaz fotoğraflarından başka ona ait en ufak bir eşya dahi kalmamıştı. O fotoğraflara bakarken hep nasıl biri olduğunu canlandırmıştı hayallerinde. Gülümseyen yüzünü ve sıcacık bakışlarını görebildiği o fotoğraflardan, onun sevgi dolu ve şefkatli bir baba olduğunu düşünmüştü senelerce. Zihninde oluşturduğu baba figürünü örnek alarak, oğluna hep iyi bir baba olabilmeyi hedef seçmişti kendine. Sevgi ve şefkatle sarılacaktı oğluna. Kabahatli olduğu zaman elbette çatacaktı kaşlarını, ama fazla da kızmayacaktı cancağızına. Fatma'sı da "hep senden yüz buluyor bu çocuk" diye kinayeli bir şekilde sitem edecekti ona.

Nefes alması iyice zorlaşmıştı. Yakınlaşmaya başlayan sesleri seçemiyordu. Bağırtıları duyuyor fakat kulaklarındaki uğultu nedeniyle hiçbir anlam veremiyordu. Kolunu kaldırıp duvara vurarak orada olduğunu belli etmek istedi. Olmuyordu... bir türlü hareket ettiremiyordu kollarını. Son bir gayretle olabildiğince güçlü bir şekilde haykırmaya çalıştı. Sesi çıkmıyordu. Ama mutlaka kurtulması gerekiyordu bu çukurdan...

Fatma'sı ve Samet'ine gitmeliydi. Sımsıkı sarılmalıydı onlara. Şimdi yolunu bekliyorlardı mutlaka. Her gün vardiya çıkışından sonra hiçbir yere uğramadan doğruca eve giderdi. Şayet birazcık geç kalacak olsa Fatma merak eder telaşlanırdı. Ondan başka kimseciği de yoktu zaten Fatma'sının. Kaçıp evlendikleri için bütün ailesi sırt çevirmişti ona. Eğer kendisine bir şey olursa koca dünyada Samet’iyle bir başına ve kimsesiz kalırdı Fatma’sı. Bir dilim ekmek vereni olur muydu ki? Kimse gelmiyordu aklına bir türlü. Belki de yaşlı komşuları Ayşe Teyze, ama sanmıyordu, onunda pek kimsesi yoktu sakat maaşı alan oğlundan başka. Devlet de maaş bağlamazdı. Sigortasını yatırıp yatırmadıklarını bile bilmiyordu henüz. "Tabii ki yatırıyorlardır..." diye geçirdi içinden, “koskoca şirket bir yetimin hakkını yiyecek kadar merhametsiz olamazdı herhalde.” Bunca işçi çalışıyordu, canlarını ortaya koyarak. Hem geçmişte de buna benzer bir sürü felaket yaşanmıştı madenlerde. "Artık devlet bunun önlemini alıp daha sıkı tutuyordur bu işleri" diye düşündü sonra, içi bir nebze ferahlamıştı.

Annesi aklına geldiğinde yüreği bir daha burkuldu. Kırgındı annesine, daha küçücük bir çocukken amcasına bırakıp terk etmişti onu. Baskılara dayanamamış ve yaşlı bir adamla evlenmekte bulmuştu çareyi. Şimdi biraz olsun ona hak vermeye başlamıştı. Genç yaşta dul kalmış, küçücük çocuğuyla hiçbir yere sığamamıştı. Amcasının yanında kalırlarken yengesinin kıskançlıkları orada barınmalarını imkânsız hale getirmişti. Daha sonra da ihtiyarın biri talip olunca yengesinin ağzı kulaklarına varmış ve binbir baskıyla razı etmişlerdi annesini. İhtiyar “Çocuğunu istemem,” diye tutturunca, yengesi iş bozulur diye korkup "Aman canım, ne olacak, biz bakarız yeğenimize" demişti. Bütün bu olanları ihtiyar ölüp de annesiyle görüşme imkânı bulduğunda öğrenmişti. Sonra hıçkırarak ağlamıştı da yine geçmemişti annesine olan kırgınlığı.

Fatma’sı ne yapardı acaba, evlenir miydi ki ondan sonra? Ya Samet? Hem onu bırakacak kimsesi de yoktu. "Ne olur gelin artık," dedi, "kurtarın beni bu karanlık kuyu ve düşüncelerimden!"

Bir türlü gelememişler, bulamamışlardı onun olduğu yeri. Artık hiç nefes alamıyordu. Kıpırdayamıyor parmaklarını bile hareket ettiremiyordu. Kısa bir süre sonra giderek büyüyen bir ışık aydınlatmaya başladı etrafını. Gözleri kamaştı ışığı ilk gördüğünde ve ışığın ardında bir karaltı belirdi birdenbire. "Yaşasın buldular nihayet" diyerek keskin bir çığlık attı. "Kurtuldum işte Fatma'm... Samet'im..." dedi. Karaltı ona doğru yaklaştı, yaklaştı... Gözleri karşısındaki adamı açıkça seçebildiğinde, şaşkınlıktan dili tutulmuş bir vaziyette, nefes almadan öylece donup kaldı. Dudakları aralanırken kendisine şefkatle gülümseyen adama büyük bir özlemle baktı ve "Baba... ama sen..." diyebildi.

Babasının ışıkların arasından uzattığı ellerini kavrayarak bir kuş gibi havalandı bulunduğu karanlık çukurun içerisinden.

Işığın geldiği yöne doğru yükselirken:

"Elveda Fatma'm, elveda Samet'im!" dedi son bir kez.

"Önce Allah'a ve sonra da milletime emanet ediyorum sizleri... Elveda..."

 

(Bu metin, yazarın 'Düş Vadisi' isimli öykü kitabından alınmıştır.)