Haydi biraz gezelim. Pazar günlerini güzelleştiren en güzel duygu ona cumartesi gibi davranmaktır. Kafamızda var olan tüm yaşanmışlıkları sıraya sokmak öyle zor bir şey ki... Sadece akılda kalan en net anları aktarırken elbette ki üzerinde taşıdığı derin izlerin ve özel duyguların yoğunluğunda, diğerlerinden öne geçebildiklerini görebilmek...

Aşkların bile tarifleri birbirinden uzak... Ancak zaman-mekân ve görsel zenginliğine geri dönüldüğünde, ıstırabına ya da dolu dolu sunduğu hayattan haz alma tutkusuna yaklaşabiliyor insan. Hep yükseklerde yaşasaydık, sıradan bir gün içinde elini yakan, ruhuna dolan demli çayın tadını anlayabilir miydik?

Benim aklımda kalan ne varsa önce denizin ortasında başlıyor. Sanırım gerçek hayatın içinden binerek uzaklaştığın bir olurun varlığı bulutlara karışmış mavi suyun dinginliği, arada dalgası içinde çizilmiş sınırlar, disiplinli bir özgürlük ve yol almak için kürek çektiğin beden gücünün, derinlere gittikçe mekanik bir yapıyla hız alabilir hale gelmesi; yani teknenin motor gücüyle yol alabilme kabiliyeti...

Su, öyle bir tabiat harikası ki, derinini bilmediğin bir kara parçası üzerinde yüzebilme kabiliyeti veriyor. Uzaktan gördüğün yalılar, evlerin üzerinden yükselen korular, uzaktan kırmızısı ve yeşilinin seçildiği domates-biberin yığıldığı küçük tezgâhlarda duman dumana köfte kokusunun iyoda karışması... Ruhu rahatlayanın deniz havasında iştahı da açılır. Hele ki o denizin içine girip biraz yüzüp çıktıktan sonra. Gözlerin Marmara'nın yarı tuzlu suyunda ıslanır; derinden akan suyun kuruması sıcak rüzgârla birlikte on dakikanı alır en fazla... Demirlediğin boğazın ortasından bir daha ayrılmayacağını, ancak denizin ortasından yaşama hâkim olma duygusunu empati yapabilen İstanbul severler anlar. Yoksa bu kaosa âşık olmak o kadar da kolay olmazdı.

Hissedebilmek, kısıtlı yaşamı firesiz yaşamaya çalışmakla güçlenen bir duygu... Ben çok hissediyorum bu yüzden... Daha inmeden o teknelerden 35 yıl önce kafamda ne eşsiz şeyler yaşadığımı görsel ve duygusal hafızada tutmayı başarmıştım.

Ne de olsa babam, güzel, yeşil gözleriyle bakıp:

– İçine çek kızım günü, yaşadığın her mutluluk yarınına nefes olacak kapalı havalarda, demişti.

Kapalı, yağışlı bir pazar şimdi; benim içimde kocaman bir güneş... Hadi yağmurlukları giyip denizin ortasında buluşalım... Kimimiz köfte-ekmeği, kimimiz dondurmasıyla; kimimiz demi fazla olan ince belli cam bardaktaki çayı ile... Hele ki çıtır çıtır bir sıcak simit yaş mı bırakır ısırırken...

Haydi çocukluğa; yaşanmış olgunlukla dolu hatıralara; haydi günü sevmeye... Haydi, hayat beklemez.