Türkiye'nin bir "beka sorunu var mı, yok mu?" toplum olarak üzerinde anlaşamıyoruz.

Ak Parti iktidarı ve Cumhur İttifakı'ndaki ortağı MHP, son dönemde yaşadığımız bazı iç olaylar ve özellikle güney sınırlarımızdaki gelişmelerden hareketle, ülkenin bekasının ciddi tehdit altında olduğunu iddia ediyorlar.

Muhalefet ise Türkiye'nin varlığının iktidarın ileri sürdüğü gibi bir tehdit altında olmadığını; izlenen politikalar nedeniyle ülkenin kimi zorluklar yaşadığını; "beka sorunu" diyerek, Cumhur İttifakı'nın hedef saptırdığını ve kendi geleceklerini kurtarmaya çalıştıklarını söylüyor.

Belediye seçimlerine giren düşmanlar mı var?

Mahalli seçimlerin yapılmasına şunun şurasında 20-25 gün kalmış olmasına karşın, iktidar koalisyonu bilinçli bir tercihle "nasıl bir yerel yönetim modeline ihtiyacımız var" sorusunu tartışmak yerine, "beka sorunu" etrafında propaganda yürütmekte ısrar ediyor.

Üstelik bekadan ne anladıklarını ve mahalli seçimlerle bağını nasıl kurduklarını açıklamış da değiller.

Beka konusunu mahalli seçimlerin içine yerleştirip, iktidarın bazı belediye yönetimlerini kaybetmesini ülkenin varlık yokluğuyla bir tutmak seçmenin oyunu çekmek için cazip bir yol mu, çok şüpheli. Olur olmaz her demokrasi ve ekonomi kavgasını Türkiye'nin bağımsızlığı ve geleceğine bağlamak bir politik tercih olabilir, ama siyaseten doğruluğu ve ikna ediciliği hayli tartışmalıdır.

Bazı belediyelerin yönetimi seçim sonucu el değiştirip, üyeleri bu ülkenin vergi veren ve askerlik yapan vatandaşı olan başka partilere geçerse ülkenin varlığı ve bağımsızlığı tehlike altına girecek, demek, her yönüyle sorunlu bir yaklaşımdır.

MHP Genel Başkanı Bahçeli de beka konusunda dur durak nedir bilmiyor. Mahalli seçimlerin "beka sorunuyla" ne gibi bir alakası olduğunu soranlara "31 Mart Mahalli İdareleri Seçimleri'nin bekayla ne ilgisi var diyenlerin niyetleri bozuk olduğu gibi, milli mensubiyetleri de sorunludur" diyerek hakaret etmekte sakınca görmüyor.

Beka kavramı etrafında ülkenin geleceği hakkında endişe, korku, şüphe ve belirsizlik yaratarak ve muğlak düşmanlar göstererek seçmenden oy istemeyi Ak Parti'nin on yedi yıllık iktidarı süresinde attığı en sorunlu adımlardan biri olarak görüyorum.

İttifak yapmak herkes için mubahtır

Yeni başkanlık rejiminin bir sonucu olarak seçimlere ittifaklarla gidilmesi bütün siyasi partiler için bir zaruri hale geldi ve ilk kurulan Cumhur İttifakı oldu. Hal böyleyken, hem Ak Parti yönetimi, hem de MHP yönetimi muhalefet partilerinin Millet İttifakı etrafında toplanmasını, sanki yasalara aykırı bir iş yapılıyormuş gibi çok ağır ithamlar ve suçlamalarla karşıladılar.

HDP'nin resmen dışında olsa bile fiilen Millet İttifakı'nı destekleyen bir politika izlemesinden hareketle, bu ittifakı "Terör örgütüyle kol kola yürümek", "Kandil'den talimat almak", "Hainlerle işbirliği yapmakla" suçladılar.

Halbuki, HDP halen parlamentoda grubu bulunan ve yasal siyaset yapan bir parti ve hakkında yetkili yargı organlarınca verilmiş bir kapatma kararı yok. Altı milyon seçmenin oyunu almış bir partinin Millet İttifakı'nı dolaylı olarak destekliyor olmasından hareketle yapılan suçlamalar ne "beka sorunu" tartışmasında, ne de seçim rekabetinde anlamlı bir şey kazandırıyor.

Hele "Kürdistan" kavramını kullanmalarından ötürü "defolup Kürdistan’a gitsinler" diyerek kovmaya çalışmak ne anayasayla, ne vatandaşlık hukukuyla ne de siyasi etikle bağdaşıyor. Üstelik Kürt seçmenin böyle bir yaklaşımı olumlu karşılamayacağını görmek için falcı olmaya da gerek yok.

Zorunlu ve tatsız hatırlatmalar

Konunun bir başka boyutuna, yakın tarihimizdeki kullanımına da dikkatinizi çekmek isterim.

Olağan demokratik sürece ve seçimle gelmiş sivil iktidarlara müdahale eden veya müdahaleye teşebbüs eden bütün silahlı ve silahsız darbeci vesayet güçlerinin ilk yaptıkları iş, zamana göre radyo TV kanallarında bildiri okumak veya sosyal medya üzerinden yayınlamak, altını çize çize ülkenin bekasının tehdit altında olduğunu iddia etmek olurdu.

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016'daki darbe ve müdahale girişimlerinde hep bu gerekçeye sığındılar.

Ama gerçeklerin bu iddiayla ilgisi olmadığı, seçimle gelmiş meşru iktidarı silahlı ve gayri meşru yollardan devirerek kendi iktidarlarına meşruiyet kazandırmak ve halka bu fikri empoze etmek amacı taşıdıkları kısa zamanda ortaya çıkmıştı.

Eğer anlamlı bir örnek aranırsa...

Şüphesiz ülkelerin tarihinde "beka sorunu"nun yaşandığı dönemler olabilir. Dünya savaşları, savaş,  iç savaş, işgal ve istilalar, olağanüstü doğal afetler ve büyük salgınlar, vb. ülkeleri böylesi durumların eşiğine getirebilir. Bu durumlar belli bir süre devam etse, devletlerin ve toplumların hayatında esas olarak istisnai hallerdir.

Böyle dönemlerde aralarındaki ideolojik, politik vb. kimi farklılıklara rağmen toplumsal kesimler arasında genel olarak birlikte davranış ihtiyacı er geç doğar.

Osmanlıdan cumhuriyete böyle kritik dönemlerin yaşandığını biliyoruz.

Hakiki bir "beka sorunu"nun doğduğu bir durum aranacak olursa, üzerinde mutabakat sağlanabilecek bir örneğin Osmanlı İmparatorluğu'nun dağıldığı ve topraklarının dönemin büyük emperyalist güçleri tarafından paylaşılmak istendiği Birinci Dünya Savaşı ve onu takip eden Kurtuluş Savaşı yılları olduğunu söyleyebiliriz.

Cumhuriyeti kuran kadro, içinden yirmi yedi devlet çıkan imparatorluğun yıkıntıları üzerinde yeni bir gelecek ararken, yaşadıkları durumu haklı olarak "beka sorunu" olarak değerlendiriyorlardı. Tarih haksız olmadıklarını gösterdi.