Ağrı Ayaklanması, savaş uçaklarının da yardımıyla bastırıldıktan sonra Ankara'nın gözü Dersim'e çevrilir. 19. yüzyıldaki Dersim, verimsiz bir doğaya sahiptir. Topraksız, işsiz, ticaret yapacak imkânları olmayan aşiretlerin çapullamaktan başka çareleri bulunmamaktadır. Bu dönemde devlete göre Dersim, tedip edilmesi (yola getirilme, uslandırma) gereken bir bölgedir.

II. Abdülhamit döneminde Dersim'in ıslahı için bir rapor hazırlanıp tespitler yapılmasına rağmen hiçbir somut öneri öngörülmediğinden, çözüm Dersim aşiretlerinin çevreyi çapullamasına engel olmak şeklinde ortaya çıkmıştır.

Yani Dersim'in sosyoekonomik ve kültürel sorunlarına çözüm getirileceğine, meseleye güvenlik boyutlu yaklaşılmıştır. Osmanlı bu tespitlere ilişkin bilimsel çözümler üzerinde durmadığından, korkutma ve tedip yöntemiyle sorunu geçici bir süre bastırma anlayışını tercih etmiştir.

1. Umumi Müfettiş İbrahim Tali Bey, 1931 yılında hazırladığı Dersim raporunda aşiretlerin cezalandırılmasının yetersizliğinden yakınmaktadır. Dersim meselesine Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın yaklaşımı ve çözüm önerisi ise şöyledir: "Dersim evvela koloni gibi nazarı itibara alınmalı, Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra da tedricen öz Türk hukukuna mahzar kılınmalıdır."

Dersim için düşünülen ıslahat ve yerleştirme planlarının ilk ürünü 1934 tarihli Mecburi İskân Kanunu olur. 52 maddeden oluşan bu kanunun 11. maddesiyle Dahiliye Vekili'ne Türkçeden başka dil konuşanlar hakkında toptan olmamak şartıyla başka yerlere nakil ve vatandaşlıktan ıskat etmek tedbirlerinin uygulanması yetkisi verilir.

Kanunun gerekçesinde Osmanlı'nın tek bir Türk kimliği yaratmama politikası eleştirilmektedir. Bu kanunla ilgili en çarpıcı ve cari zihniyeti gösterir açıklamalar kanunun rapor bölümünde mevcuttur:

"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde Türk'üm diyen herkesin bu Türklüğü devlet için belli ve açık olmalıdır. Burada devlet hiçbir Türk'ün Türklüğünden bir soluk işkillenmek istemez."

Bu son cümle âdeta bugüne kadar süren zihniyetin ve bu zihniyetin yaşattıklarının temel paradigmasıdır.

Buna göre, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarından yararlanarak merkezde ve yerelde iktidara gelenler ve bürokraside yer edinenler, yurdun bütün iyilik ve kazançlarından yararlananlar, ya Türk kimliği ve kültürü içinde erimeyi kabul edecekler ya da sonuçlarına katlanacaklardır. Bunu kabul etmeyenler, yani Türklükten mutluluk duymayanlar ise hain sayılacaktır. Bu kanun Kürtlere yeni bir misyon biçmektedir: Türkçe konuşup Türk gibi yaşamak...

Kanun bir asimilasyon kanunudur. Kanunun 2. maddesi mıntıkaları tanımlarken 2 numaralı mıntıkayı "Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve iskânına ayrılan yerler" olarak belirler. "Türk kültürüne temsili istenilen nüfus" ibaresi açıkça asimilasyonu öngörmektedir. Arapça bir kelime olan "temsil"; benzetme, bir şeyin aynısını yapma, özümleme, yani asimilasyon demektir. Kanun Meclis'te görüşülürken muhalefet eden kimse çıkmaz, çünkü artık muhalif ses kalmamıştır.

1935 yılına gelindiğinde bölgede, ama özellikle Dersim'de huzursuzluk devam etmektedir ve Kürtlerin devlete olan güveni yok olmaya yüz tutmuştur. İsmet İnönü'nün 1935 yılında bölgeye yaptığı gezi sırasındaki tespit, gözlem ve önerilerinden oluşan "Şark Islahat Raporu", Dersim için özel ve gizli bir plan öngörür.

İsmet İnönü'nün Şark Islahat Raporu'ndaki önerilerini hayata geçirmek üzere ilk adım olarak 25.12.1935 tarihli "Tunçeli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun" çıkarılır. (Tunceli değil Tunçeli-Dersim ismi kanlı bir operasyona kılıf hazırlayan ve devletin "Tunç Eli"ni ima eden kanunun ismiyle "Tunceli" olarak değiştirilmiştir.)

Hukuk dışı, keyfi uygulamalara imkân sağlayan bu kanun Umumi Müfettiş de olan vali ve komutana, kişileri yakalamak, itham etmek, yargılamak, idam kararı vermek, idamları infaz etmek yetkilerini vermektedir. Böylece sanıklara iddianamenin verilmediği, savunma hakkının tanınmadığı, mahkeme kararlarının kesin olup temyizinin mümkün olmadığı bir adalet sistemine geçilmiştir.

Kanunun 1. maddesi uyarınca Dersim'e vali, komutan ve 4. Umumi Müfettiş olarak Korgeneral Abdullah Alpdoğan atanır. Bu komutan Kürtlerin tanıdığı bir ismi çağrıştırır. Alpdoğan, Koçgiri Ayaklanması'nı bastıran Merkez Ordu Komutanlığı Kurmay Başkanı ve ayaklanmayı bastıran Merkez Ordu Komutanı Nurettin Paşa'nın damadıdır.

Bölgede hukukun, vicdanın ve ahlakın dışında ağır bir rejim uygulanmaya başlanır. Kürtler asimilasyon politikalarından, anadilini konuşanlara eziyet edilmesinden, Kürtçe gazete ve yayınların yasaklanmasından, göçe zorlanarak yollarda telef olmaktan şikâyetçidirler. Kürt aydınları ve halk kurşunlanmakta, asılmakta ya da sürgüne gönderilmektedir. Nihayet 21 Mart 1937'de başlayan Dersim Ayaklanması yine hava bombardımanı dahil yangın bombaları ve boğucu gazlar kullanılarak en ağır şekilde bastırılır.

Dersim'e yapılan birinci harekât sırasında Başbakan olan İsmet İnönü harekât tamamlandıktan sonra 18 Eylül 1937'de Meclis'e bilgi verirken amacın hâsıl olduğunu belirten şu konuşmayı yapar: "Cumhuriyet ordusu ve zabıtası, bu hadise esnasında yaptığı takiplerde, hurafe olarak zihinlerde yerleşen ne kadar uçurum halinde dere ve ne kadar çıkılmaz dağ varsa, hepsini Ankara sokakları gibi baştan başa geçmişlerdir ......... mukavemet vaziyetini bertaraf ettikten sonra halkının refah ve serbestisi için takip edilen programa devam ediyoruz."

Ancak Mustafa Kemal Atatürk ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, İnönü ile aynı görüşte değildir. Onlara göre harekât yeterli değildir, sorunun köklü çözümü için imha ve tehcir harekâtlarının devamı gerekir. Bu nedenle İnönü, 25 Ekim 1937'de başbakanlıktan alınır ve yerine Celal Bayar getirilir.

15 Temmuz 1938'de Mareşal Fevzi Çakmak'ın emriyle Dersim'e ikinci harekât başlatılır. Mağaralarda saklananları dışarı çıkarmak için zehirli gaz ve dinamit kullanılması sivil halkın, özellikle kadın ve çocukların çok kayıp vermesine neden olur. İkinci harekâtta öldürülen isyancıların sayısı verilirken, silahsız sivil halkın kayıpları ise "ağır zayiat verdirildi" şeklinde kapatılır.

10 Ağustos'ta üçüncü harekât başlatılır. Uçakların bombaladığı Aliboğazı mevkiinde ne kadar insan öldüğü konusunda bilgi verilmemiştir. Yapılan tarama eylemlerinde birçok kişi imha edilmiş, bir kısım insan da batıya sürgün edilmiştir. Harekât kıyım, imha ve tenkil hareketi olarak sürmüştür.

Elazığ'da kurulan İstiklal Mahkemesi'nde yargılanan 58 kişiden Seyyid Rıza ve 6 kişi, 15 Kasım 1937'de idam edilir. Seyyid Rıza'nın mezarının nerede olduğu halen bilinmemekte.

Sözkonusu harekâtlar kamuoyuna manevra olarak açıklanmakta, hakikat gizlenmektedir. Harekâtları bizzat yöneten Mareşal Çakmak, Atatürk'e çektiği telgrafta manevranın sonuçlarını bildirmekte, Atatürk de cevabi telgrafta manevranın çok faydalı safhalar göstererek bitmiş olmasından dolayı kalbinin orduya karşı takdir ve şükran duygularıyla dolu olduğunu belirtmektedir.

Rejimin, Dersim'de son derebeyleriyle mücadele ettiği söylemi gerçeği yansıtmamaktaydı. Rejim, aksine derebeylerini imtiyaz, ihale, istimlâk, bayilik, ucuz kredi yollarıyla güçlendirip kendine tabi kılıyordu.

Cumhuriyet, tüm milliyetçilik vurgusuna rağmen Ortadoğu'daki İngiliz emperyalist sömürge düzenine uyumuyla, feodalizmin bölünmesinden yararlanma politikasıyla şiddeti Kürt sorununun (ya da Türk sorununun) tek çözüm yolu haline getirmiş oluyordu.

"İdeolojik tutarsızlık ve çaresizlik" sonucu yaşanan krizler, daha sonraları Atatürk'ün kült, tartışılmaz bir lider haline getirilmesiyle aşılmaya çalışıldı.

KAYNAKÇA

Cemil Koçak, Umumi Müfettişlikler ( 1927-1952), İletişim Yay., İst., 2003

Faik Bulut, Belgelerle Dersim Raporları, Yön Yay., İst., 1991

İsmail Beşikçi, Kürtlerin Mecburi İskânı, Yurt Yay., Ankara, 1991

İsmail Beşikçi, Tunceli Kanunu ve Dersim Jenosidi (1935), Belge Yay., İst. 1990

Naşit Hakkı Uluğ, Derebeyi ve Dersim, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2009

Saygı Öztürk, Kasadaki Dosyalar, İsmet İnönü'nün Atatürk'e Sunduğu Gizli Kürt Raporu, Ümit Yay., Ankara, 2004

Vecihi Timuroğlu, Dersim Tarihi, Yurt Yayınları, Ankara, 1991