Yılın son günlerinde toplum olarak kadın cinayetleriyle sarsıldık. Kadına yönelik şiddetin artmasında kadınların topluma ve çalışma hayatına katılımı, iş ve ücret eşitliği, adalete erişim, hukuk güvenliği, siyasi temsil gücü gibi önemli alanlardaki cinsiyet eşitsizliği yatmakta.

Kadına yönelik şiddeti "küresel eril sistem" bağlamında düşünmek gerek. Eril sistem tüm dünyada kadınların eşitsizliğe ve şiddete maruz kalmalarına neden olmakta. Savaşlarda en çok zarar gören, devletlerin savaş aygıtı olan orduların, gayrinizami birliklerin, terör örgütlerinin hedefi olan kadınlar. Tecavüze uğruyorlar, köleleştiriliyorlar, çocukları ellerinden alınıyor, yokluğa mahkûm ediliyor ve öldürülüyorlar.

Eril iktidarın olağan süreçlerde eşitsizlik temelinde ötekileştirdiği ve istismar ettiği kadının bedenine ve ruhuna yönelik şiddet, savaş dilinin yoğunlaştığı dönemlerde daha da artıyor. Özellikle ülkemizde son yıllarda iktidarca en üst perdeden topluma boca edilen militarist, ötekileştirici, linçi özendiren söylemler şiddetin dozunu artırırken bundan en zayıf konumda tutulan kadınların etkilenmemesi mümkün değil.

Georgetown Kadın, Barış ve Güvenlik Enstitüsü ve Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü işbirliğiyle gerçekleştirilen 2019 yılı Kadın, Barış ve Güvenlik Endeksi'nde; kadınların topluma katılımı, güvenlik duygusu ve adalete erişimi gibi ölçütler baz alınarak, 167 ülke iyiden kötüye doğru sıralanmış.

167 ülkenin değerlendirildiği endekste, dünya ülkelerinin yüzde 90'ının cinsiyetçi yasalara sahip olduğu belirtiliyor. Veriler, bu ülkelerde kadınlara negatif ayrımcılık yapan en az bir yasa olduğunu göstermiş.

Kadın olmak için en uygun 10 ülke şöyle sıralanmış: Norveç, İsviçre, Finlandiya, Danimarka İzlanda, Avusturya, Birleşik Krallık, Lüksemburg, İsveç ve Hollanda... Türkiye ise 114. sırada yer alıyor.

Endeks, ülkemizde kadınların yönetimdeki temsiliyetinin ve çalışma hayatına katılımının ve ücret eşitliğinin kritik seviyelerde olduğunu gösteriyor.

Dünya Ekonomik Forumu (WEF), 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporu'nda da listenin ilk sıralarında İzlanda, Norveç, Finlandiya ve İsveç bulunurken, Türkiye 153 ülkenin bulunduğu sıralamada 130. sırada yer alıyor.

Forum bu listeyi hazırlarken kadınların ekonomiye katılımı, fırsat eşitliği, eğitim imkânları, sağlık ve kadının siyasi güçlendirilmesi gibi kriterlere bakmakta.

Batı Avrupa, ortalama yüzde 76.7 ile cinsiyet eşitliğinin en yüksek olduğu bölge olurken, Türkiye'nin de yer aldığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi, yüzde 60.5 ile cinsiyet eşitliği konusunda en geride.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) verilerine göre kadına yönelik şiddette birinciyiz. OECD'nin "Tek Bakışta Toplum" başlıklı 2019 araştırmasına göre, örgütün 36 üyesi arasında ömürlerinde en az bir kez eşinden fiziksel veya duygusal şiddet gören kadın oranının en yüksek olduğu ülke yüzde 38 ile Türkiye. Son 1 yılda şiddet gören kadınların oranlarında da Türkiye yüzde 11 ile lider.

Birleşmiş Milletler'in yayınladığı rapora göre, kadınların yüzde 35'i ömründe en az 1 kez şiddete maruz kalmış. 15-49 yaş aralığındaki her 5 kadın ve kız çocuğundan biri yakınları tarafından fiziksel ve cinsel şiddet görüyor. 200 milyon kadın ve kız çocuğu "sünnet" gibi uygulamalarla sakat bırakılıyor.

En gelişmişinden en yoksuluna kadar tüm dünyada, toplumun yarısı şiddet cenderesinde yaşamaya devam ediyor. Bu şiddet kendini "cinsiyet temelli şiddet",  "işyerinde şiddet", "savaş ve çatışma bölgelerinde şiddet" olarak gösteriyor.

Doğu ve Güney Avrupa'daki durum, kadınların yaşadığı şiddetin ülkelerin demokratik ve ekonomik gelişmesiyle ilgili olduğunu gösteriyor. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın yayımladığı rapora göre, kıtanın bu bölgesinde (Bosna Hersek, Arnavutluk, Karadağ, Kosova, Kuzey Makedonya, Sırbistan, Moldova ve Ukrayna) yaşayan kadınların yüzde yetmişi bir tür şiddet yaşamış.

Otoriterleşmeyle kadına şiddet arasındaki ilişkiye verilebilecek en iyi örnek, aşırı sağcı, otokrat başkan Jair Bolsonaro'nun Brezilya'sı. Latin Amerika'daki kadın cinayetlerinin yarısı bu ülkede işleniyor. Irkçılığın ve kadın düşmanlığının güçlendiği ülkede 2018 yılında 1206 kadın cinayeti işlenmiş.

Türkiye'de de kadın cinayetleri 2008'den itibaren giderek artmış bulunuyor. 2008'de 80, 2009'da 109, 2010'da 180, 2011'de 121, 2012'de 210, 2013'te 237, 2014'te 294, 2015'te 303, 2016'da 328, 2017'de 409, 2018'de 440, 2019'da 474 olmak üzere son 12 yılda toplam 3185 kadın öldürülmüş durumda.

2019'da işlenen 474 kadın cinayetinden 115'i şüpheli olarak kayıtlara geçmiş ve suçluları bulunamamış. 2008-2018 yılları arasında gerçekleşen kadın cinayetlerinden failler listesinin en başında öldürülen kadının kocası, sevgilisi ya da eski kocası gelmekte. Listede daha sonra tanıdık biri tarafından işlenen cinayetler, hırsızlık ve tecavüz vakaları ile gerçekleşen cinayetler ve akraba cinayetleri gelmekte.

2019'da öldürülen 474 kadından 185'i ateşli silahla, 101'i kesici aletle, 29'u boğularak, 27'si darp edilerek, 19'u yüksekten atılarak, 6'sı kimyasal ilaç içirilerek, 6'sı yakılarak öldürülmüş. 101'inin nasıl öldürüldüğü tespit edilememiş.

Kadına yönelik şiddete karşı en kapsamlı uluslararası sözleşme olan "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi)" 2012 yılında ilk olarak Türkiye tarafından imzalandı ve 1 Ağustos 2014'te yürürlüğe girdi.

Bu sözleşme imzaya açılmasından bu yana ulusal, bölgesel ve yerel yönetimlerden, toplumdan, parlamentolardan, diğer ulusal, bölgesel ve uluslararası insan hakları örgütlerinden, sivil toplum örgütlerinden ve medyadan kayda değer destek görmüş, kadınları ve kız çocuklarını şiddetten koruma vizyonundan ötürü ulusal ve uluslararası ödüller almış bulunmakta.

Sözleşmeyi kabul etmekle hükümetler, kadına yönelik ve ev içi şiddete sıfır hoşgörüyle yaklaşmak adına kanunlarını değiştirmeye, uygulanabilir önlemler sunmaya ve kaynak aktarımına mecburlar. Bu tür bir şiddetin önlenmesi ve bununla savaşılması artık iyi niyet meselesi olmaktan çıkmış, yasal bir yükümlülük haline gelmiş durumda.

Yasal yükümlülükler dışında, sözleşme aynı zamanda toplumun tamamına kadına yönelik ve ev içi şiddetin kabul edilmez olduğu yönünde önemli bir siyasi mesaj vermekte. Bu sözleşmenin hedefinin şiddeti deneyimleyen birçok kadının ve kız çocuğunun gerçekliğini gün yüzüne çıkarmak, farkındalığı yükseltmek ve uzun vadede zihniyeti değiştirmek olduğu anlaşılmakta.

İstanbul Sözleşmesi kadınlara yönelik şiddetin kadın erkek eşitsizliğinden kaynaklandığını, dolayısıyla da bu olgu ile mücadele için cinsiyet eşitliğine yönelik, her alanı kapsayan, bütüncül politikalar yürütülmesi gerektiğini belirtmekte.

Sözleşme, kadına yönelik şiddetin kadınlarla erkekler arasındaki tarihten gelen bir eşitsizliğin yansıması olduğuna vurgu yaparken, yapısal sorunlara işaret ediyor. Bu nedenle mücadeleyi ekonomik ve siyasi alanda ve idari yapıda, yani toplumun her alanında yaparak kadın erkek eşitliğinin sağlanması gerekmekte.

Yapısal sorunlar giderilmeye çalışılırken meydana gelen şiddet vakalarında mağdurların korunması, şiddeti uygulayanların kovuşturulması, gereken cezaların verilmesini sağlayacak yapıların acilen geliştirilmesi zorunlu.

İspanya'da uygulanmakta olan özel eğitimli 600 hakimin görev aldığı "Kadına Yönelik Şiddet Mahkemeleri" kurulması örnek alınabilir. Fransa’da olduğu gibi "Kadın-Erkek Eşitliğinden Sorumlu" bakanlık oluşturulabilir.

Kadına yönelik şiddetin çoğunlukla aile ve aileye yakın ilişkilerin içinde üretildiği gerçeği göz önüne alınarak kadın üzerinden muhafazakâr ve dini değerlerin yaygınlaştırılması değil, kadınların insan haklarından eşit bir biçimde yararlanabileceği ve güçlenebileceği imkânların sunulması sağlanmalı.

Tüm yaygın ve örgün eğitim müfredatının toplumsal cinsiyet ayrımcılığı içeren ifadelerden arındırılarak insan hakları ve ayrımcılık konularında zorunlu dersler konulması önemli bir adım olacaktır.

Şiddete maruz kalan kadınlarla çocukları genel sağlık sigortasından yararlandırılmalı, ücretsiz kreş hakkı sağlanmalı.

İstanbul Sözleşmesi'nin öngördüğü standartlarda hem kırsal bölgelerin, hem kentlerin ihtiyacını karşılamayı esas alan yaygınlıkta ve sayıda cinsel şiddet kriz merkezi açılarak bu merkezlerden göçmenler, mülteciler, engelliler yararlanmalı.

Erkeklik, sürekli başka konumların ne olması gerektiğini belirleme hakkını kendi elinde tutan ve bu sayede kendi bulunduğu konumu sorgulama dışı bırakan bir iktidar odağı.

Sözkonusu erkeklik tahakkümüne karşı çıkacak farklı bir tür erkeklik inşa stratejisi ve politikası geliştirilebilir mi? Bunun için bu egemenliğe karşı farklı duruş sergileyebilecek farklı erkeklik deneyimlerini açığa çıkartmak, bu farklı deneyimlerin nasıl oluştuğunu anlamak gerekir.

İnsan haklarının ciddi bir ihlali olan kadına karşı şiddet kullanmanın sosyal, ekonomik ve ulusal sınırları tanımayan; yapısal ve küresel bir olgu olduğunu kabul etmek gerekmekte.

Ulusal boyutta ve Avrupa'da yapılan anketler ve farkındalık yükseltici kampanyalar ev içi şiddetle birlikte cinsel şiddetin ne kadar yaygın olduğunu göstermekte.

İkinci Dünya Savaşı sonrası "refah devleti", 90'lı yılların Yeni Dünya Düzeni vaatleri ve günümüze kadar gelen neoliberal politikalar savaşsız, tam hak eşitliğine dayalı, çatışmasız ve şiddetsiz bir dünya sağlayamadı.

Küresel anlamda eril zihniyetin mağduru olan erkekler de var. Bu nedenle kadın ve erkeklerin dayanışma içinde küresel ve yerel mücadeleyi birlikte yapmaları gerekmekte.

Çünkü toplum ancak o zaman özgürleşip demokratikleşebilir.