Tarih içinde var olan devletlerin hiçbiri insanlık suçlarından, katliamlardan, zulümlerden, soykırımlardan muaf değil. Yaşanan katliamların, acıların yapılan zulümlerin bir tek kelimeye sığdırılması da mümkün değil.

Yaşanan trajedilere ister "zulüm", ister "katliam", isterseniz "soykırım" deyin, yaşanan acıları ifade etmekte yetersiz kalır. Yaşanan acıları kelimeler üzerinden tartışarak empati yapma yollarını tıkamak, Mario Levi'nin tabiriyle bizi bekleyen "ölüm trenleri"ne bindirilme korkusunu yaşatmak demek.

"Soykırım", uluslararası ceza hukukunda suç olarak kabul edilen bir kavram. Nitekim Türk Ceza Kanunu da 76. maddesiyle soykırımı, cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis olan ve zamanaşımı işlemeyen bir suç olarak düzenlemiş durumda.

Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi kararında "suçların suçu" olarak tanımlanan "soykırım" kelimesini ilk ortaya atan kişi Polonyalı Yahudi bir avukat olan Rafael Lemkin'di. Lemkin, 1948'de uluslararası bir suç haline getirilen Birleşmiş Milletler Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi'nin kabul edilmesini öneren ve bu konuda yoğun girişimlerde bulunan bir hukukçuydu.

İnsanlık tarihinin her aşamasında bir topluluk, aşiret ya da ulusun, bir başka topluluk, aşiret ya da ulus tarafından zulme uğradığını, kısmen ya da tamamen yok edildiğini biliriz. Otobiyografisinde, küçük yaşta okuduğu Roma İmparatoru Neron döneminde Hıristiyanlara yönelik katliamları tasvir eden Quo Vadis (Henryk Sienkiewicz) isimli romandan etkilendiğini belirten Lemkin, genç bir hukukçuyken insanın insana karşı insanlık dışı mezalimini araştırmaya yönelmiş.

1921 yılında Talat Paşa'nın Berlin'de bir Ermeni genci tarafından öldürülmesi davasıyla ilgilenen Lemkin, dava dosyasından hareketle Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşananlarla ilgili bir dosya oluşturur. Profesör hocasıyla davayı tartışması sırasında Talat Paşa'nın eylemleri nedeniyle yargılanmasını gerektirecek hiçbir uluslararası hukuk kuralının bulunmadığını öğrenmesi ve hocasının bu durumu çiftçinin kümesindeki tavukları öldürmesinin hesabının kendisinden sorulamayacağı örneğiyle açıklaması Lemkin'i derinden sarsar.

Ermenilerin 1915’te Osmanlı yönetimi tarafından uğratıldıkları mezalim Lemkin'in barbarlık suçu olarak adlandırdığı soykırımı kavramlaştırmasında etkili olur. Lemkin, 1933'te Madrid'de Milletler Cemiyeti'nin düzenlediği uluslararası hukuk konferansında ilk kez "soykırım" kelimesinin öncüsü olan "uluslararası hukuk suçu" kavramını kullanır.

Avrupa'yı korkunç bir yıkıma sürükleyen Nazi Almanya'sının 1939 yılında Polonya'yı işgalinden sonra orduya katılan Lemkin, Polonya'nın yenilgiye uğraması üzerine anne ve babasını geride bırakarak Amerika'ya gidecek, daha sonra Nürnberg duruşmalarında danışman olarak görev yaparken bütün ailesini Nazi kamplarında kaybettiğini öğrenecekti.

1944 yılında yayımlanan İşgal Altındaki Avrupa'da Mihver Egemenliği (Axis Rule in Occupied Europe) isimli kitabında bir ulus ya da etnik grubun yok edilmesine yönelik mezalim ve katliamın adını vermişti. Yunanca Genos (ırk, soy), Latince cide (öldürme, kırım) kelimelerinden türettiği soykırım (genocide, jenosit).

Lemkin, soykırımı şöyle tanımlar: "Soykırım milletin tüm üyelerinin kitlesel kırımlarla yok edildiği durumlar hariç, bir milletin anında yok edilmesi anlamına gelmek zorunda değil. Ulusal bir grubun yok olması niyetiyle grubun elzem yaşam kaynaklarının yok edilmesi amacını taşıyan çeşitli hareketlerden oluşan örgütlü bir planı ifade eder. Bu tür bir planın hedefi ulusal gruplara ait siyasi ve toplumsal kurumların, kültürün, dilin, milli hislerin, dinin ve iktisadi varlığın tahrip edilmesi ve bu gruplara dahil kişilerin bireysel güvenlik, özgürlük, sağlık, onur ve hatta yaşamlarının yok edilmesidir."

1946 yılında BM Genel Kurulu, Soykırım Deklarasyonu'nda soykırımın bütün grupların var olma hakkını ortadan kaldırdığını, bunun insanlığın vicdanını şok ettiğini belirterek, soykırımı "uluslararası hukuk kapsamına giren bir suç" olarak oybirliğiyle kabul etti. Ancak Lemkin'in arzusu, bunun ötesinde soykırımın suç olarak işlenmesinin önlenmesi ve cezalandırılmasına yönelik bir sözleşmenin yapılmasıydı.

Nitekim bu arzusu da 1948 yılında BM Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi ile gerçekleşecekti. Lemkin, 1959 yılında 59 yaşındayken yoksul bir halde New York'ta bir otel odasında öldü. İnsanlar yalnız bıraktıkları bu idealist insanlık savunucusunun mezar taşına hiç olmazsa "soykırım sözleşmesinin babası" yazma inceliğini gösterdiler.

Ceza hukuku bakımından "soykırım" suçlaması, bu suçu oluşturan eylemleri planlayan ve uygulayan yöneticiler açısından anlamlı. Ancak bu fiilleri gerçekleştirenler bugün yaşamıyor. Türkiye'nin 1915'te işlenen fiiller bakımından o günkü siyasi aktörleri, idarecileri ve sahada tehcir edilen insanlara zulüm uygulayan çetecileri, özel teşkilat mensuplarını, cezaevinden çıkarılmış mahkûmları "atalarıma laf söyletmem" şeklinde savunmasının akli, insani ve vicdani bir yanı bulunmamakta.

Hatırlama, yüzleşme, kabulleniş ve telafi, "bir daha asla" diyebilmenin yolu. Dünya bunun örnekleriyle dolu.

2002 yılında Bulgaristan Cumhurbaşkanı Yardımcısı emekli General Angel Marin, Komünizm döneminde Türklere karşı girişilen asimilasyon kampanyası için Bulgaristan'da yaşayan Türklerden özür diledi. Marin, "Ülkemde böyle bir zulüm işlendiği için utanç duyuyorum. Asimilasyon kampanyasına şahsen aktif olarak katılmadım. Ancak o dönemde kadrolu bir subaydım. Türk ve Müslümanlara karşı işlenen adaletsizlikten sorumlu olan sadece yönetimdekiler veya zulümleri şahsen uygulayan kişiler değildir. Olaylara sessiz ve ilgisiz kaldığımız için biz de suçluyuz" diyebildi.

11 Ocak 2012'de Bulgar Ulusal Meclisi, Bulgaristan Müslümanlarına karşı uygulanan zorla asimilasyon sürecinin kınanmasına ilişkin olarak bir bildiri kabul etti. Bildiride, "Biz 41. Ulusal Meclis'in milletvekilleri ilan ediyoruz; 1. Totaliter komünist rejimin, sözde 'Soya Dönüş Süreci' de dahil olmak üzere, Bulgaristan Cumhuriyeti'nde yaşayan Müslüman azınlığa karşı uyguladığı asimilasyon politikasını şiddetle kınıyoruz. 2. 360.000'den fazla Türk kökenli Bulgar vatandaşının 1989 yılında ülkeden kovulmasını, totaliter rejim tarafından işlenen bir tür etnik temizlik olarak ilan ediyoruz" denildi.

29 Mayıs 1993'te Almanya Solingen'de beş Türk vatandaşının yanarak can vermesine neden olan ırkçı bir saldırı yaşandı. Olayın 25. yıldönümünde yapılan anma töreninde Almanya şansölyesi Angela Merkel, Alman Devleti adına özür dilerken şunları söyledi: "Biz onları ve ülkemizde kendilerine yapılanları unutmayacağız. Unutamayız ve unutmamalıyız. Çünkü aşırı sağ hâlâ geçmişte kalmış değildir. Günümüzde bile sığınmacı ya da mülteci oldukları için insanlara karşı düşmanlık yapılıyor ve bu insanlar saldırıya uğruyor. Bizde ne kadar süre yaşamış olurlarsa olsunlar, bu tür olaylar utanç verici. Bunlar ülkemiz için utanç verici."

Merkel bu davranışıyla ülkesine ve halkına saygınlık ve itibar kazandırırken toplumsal barışa katkı sunmuş oldu. Toplumsal barış ve huzur, geçmişindeki üstü örtülmüş kötücül sayfalarla yüzleşebilme cesaretini gösterebilmiş, adil ve vicdanlı toplumların hakkı.

Türkiye'de devletin hışmına uğramış geniş bir mağdurlar listesi var. Üstelik devlet bunu yaparken sözkonusu kesimleri birbirine kırdırmayı becermiş, mağdur kesimlerin birbirleri için empati yapmalarını engelleyici gerilim ortamını canlı tutmayı başarmış durumda.

Bu durum Türkiye coğrafyasında yaşayan insanların barış ve huzur ortamı görmeden topluluklar şeklinde yaşayarak, toplum (biz) olmayı başaramamalarına neden oldu. Geçmişte yaşananlarla yüzleşmediğimiz sürece aynı mağduriyetleri yaşayacağımız açık.

Bu yüzleşmeyi yapabilen toplumların ve yöneticilerinin düzeyi ve kalitesi ortada. Örneklerle devam edeceğim.

TBMM'de Biden'a ortak kınama: 'Tarihi konularda hüküm veremez' Sinan Genim'den: Korsanlar ve İmparatorlar Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'ndan Biden'a 'soykırım' tepkisi Leyla Tavşanoğlu'ndan: Prof. Mithat Melen'in ardından... Biden'ın açıklaması Ermenistan'ı 'memnun' etti