İkinci dönem Melamiliğin yayılmasında Muhyiddin İbn-i Arabi'nin etkisi bulunuyor. Osmanlı dönemi tasavvufi düşüncesinin yönlendiricileri arasında ilk sırayı işgal eden İbni Arabi’ye göre, Melamiye tasavvufi makamların sonuncusu olup, ondan sonraki makam peygamberliktir. İşte Aslan Baba, Hace Ahmet Yesevi gibi birçok isim, kulun Allah'a doğru aşk ile çekilmesi olan kutsal cezbeyi ve aşkı esas alan melameti sufiliği ön plana çıkarmıştır.

Orta Asya'daki süreçte ortaya çıkan inanç önderleri, İslam dininden esinlenmekle birlikte, egemen gücün dayattığı bu dinin dışında başka bir inanç dünyası yaratıp, bunu halkın duygu ve ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirmek misyonunu yüklendiler.

Alevi inancı Anadolu'da biçimlenmiş olsa bile Budizm, Şamanizm ve Maniheizm gibi Orta Asya inançlarının etkisi altında kaldı, birçok ritüel ve unsur bu inançlardan alındı. 1000-1300 yılları arasındaki ikinci süreçte Ebul Vefa, Baba İlyas ve Hace Bektaş gibi inanç önderleriyle birlikte Alevilik inancı şekillenmeye başladı. Hazar'ın kuzeyinden gelenler Acem topraklarında 12 imam, Ali ve Kerbela kültüyle tanışma ve onu benimseme yoluna girmiş oldular.

11-15. yüzyıllar arası İslamiyet Anadolu'da egemen din haline gelmesine rağmen Gayrimüslimler ve Batıni inançlı göçmenlerin oluşturduğu bir toplumsal yapı mevcuttu. Selçuklular bu dönemde siyasal egemenliklerini kullanarak Anadolu'yu Müslümanlaştırmaya çalıştılar.

1040 yılında Selçuklular ile Gazneliler arasında Dandanakan Ovası'nda gerçekleşen savaşta Gaznelilerin yenilmesi sonucu, Emeviler ve Abbasilerle Arapların siyasi egemenliğinde biçimlenen İslam tarihi, artık Türklerin siyasi egemenliğinde biçimlenecekti. İslam'ın merkez gücü olma fırsatını yakalayan Selçuklular, diğer Türk boylarının da İslam'a yönelmeleri bakımından çekim odağı haline geldiler.

11. yüzyılla birlikte Anadolu'ya başlayan göçlerden sonra büyük göç dalgaları Malazgirt Savaşı ve Moğol İstilası sonrası yaşandı. Bu göç hareketlerinin önünde savaşçı dervişler bulunmaktaydı. Bu savaşçı dervişler, Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda önemli roller oynadılar. Değişik dinsel akımlara bağlı olan bu dervişler, özellikle köylüler ve göçebe topluluklar üzerinde çok etkili oldular.

Heterodoks olarak nitelenen tasavvuf akımlarına bağlı bu şeyh ve dervişler ve onların tekke ve zaviyeleri, halk tarafından büyük ilgi gördü. Sünni şeyhler ise bu kitleler üzerinde etkili olamıyorlardı. Çünkü kitlelere bağdaştırıcı fikirler daha cazip geliyordu. Kitleler tahta kılıçlarla savaşan ve inançlarını yayan savaşçı ve dinamik dervişlere karşı sakin ve durgun bir hayat geçiren Sünni şeyhleri tercih etmiyordu.

Bu dönemde Anadolu, Orta Asya, Harzem, Horasan, Suriye, İran ve Irak gibi merkezlerle siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda etkileşim içindeydi. 11. yüzyıldan başlamak üzere bu bölgelerdeki dinsel ve kültürel gelişmeler bölgeden gelen çok sayıda derviş ve mutasavvıf vasıtasıyla Anadolu'yu etkiliyordu.

"Türkmen Babaları", "Yesevi Dervişleri", İsmaili Propagandacıları, "Kalenderiye Mensupları" bunlara örnektir. Alevilik, Mevlevilik, Bektaşilik bu hareketliliğin sonucu olarak doğdu.

Anadolu'da yaygınlaşan bu bağdaştırıcı (senkretik) inanç, Sünni şeyh ve mutasavvıflarca şiddetle eleştiriliyordu. Namaz ve oruç gibi yükümlülüklere uyulmaması, İslam'a aykırı kabul edilen ayin ve ritüellerin uygulanması nedeniyle Ahmed Yesevi ve Ebu'l Vefa gibi inanç önderleri eleştirilere uğradılar.

Zikir törenlerine erkeklerin yanı sıra kadınların da katılması katı Sünni inanç önderlerince "şeytan ameli" olarak nitelendirildi. Oysa zikir törenlerine kadınların katılması ve bu törenlerde vecd halinde dans edilmesi İslam öncesi bir ritüelin felsefi bir anlayışla ve kültürel bir gelenek olarak devamıydı.

Selçukluların dağılmasından sonra kurulan Anadolu Selçuklu Devleti de Sünniliği siyasi egemenliğinin bir parçası haline getirdi. Bu durum Sünniliğin dışında kalan ve heterodoks sayılan kesimler ile devlet arasında bir yabancılaşma ve gerilim demekti.

Katı Sünni İslam'a karşı en büyük ayaklanma 1239'da Babai İsyanı ile başladı. Bu isyan kendine özgü birtakım şart ve sebeplerin ortaya çıkardığı siyasi-sosyal bir olay ve Selçuklunun iktisadi yapısıyla da ilgiliydi.

Yolsuzluklar, toprak ve vergi düzeninin adaletsizliği, göçebe hayatı süren Türkmen toplulukları diğer topluluklardan daha zor bir duruma sokmuştu. Türkmenler bu durumda kendilerini kurtaracak ulu bir kişi beklemeye başladılar. Beklenen bu kişi Dede Garkın'ın halifesi olarak kabul edilen Baba İlyas-ı Horasani oldu.

Yesevi tarikatına bağlı, Horasan'dan Anadolu'ya göç etmiş bir derviş olan Baba İlyas, Allah sevgisinin dinin katı kurallarıyla oluşamayacağını, bu aşkın insanın gönlünde yaratılabileceğini, toplumda kadın-erkek ayrımı olamayacağını belirtiyordu.

Ancak katı Sünni inancı merkeze almış bulunan Selçuklular ve egemenliğindeki beyliklerin bu anlayışa hoşgörü göstermeleri mümkün değildi. Moğol istilasından sonra Horasan'dan Anadolu'ya başlayan göçlerden hem Selçuklu yönetimi hem de yerleşik halk ve daha önce göçenler rahatsız olmuştu.

Son göçle gelenler Güneydoğu Anadolu bölgesinde yeterli otlak bulunmadığı için hayvancılık yapamaz hale geldiler ve yoksullaştılar. Toprak sahipleriyle çatışmalar yaşandı. Vergi de veremeyen göçerler, Selçuklu yönetiminin tarafsız davranmaması nedeniyle buyruklara uymamaya başladılar.

Bu ortamda Baba İlyas, haksızlık yapan yönetime karşı bir umut haline geliyor ve bir ayaklanma hazırlığı yapıyordu. II. Gıyasettin Keyhusrev, bu hazırlığı öğrenince 1239'da askerlerini Babailerin üzerine gönderdi.

Buna karşı Babailer, Harezm Türkmenleri ile birlikte ayaklandılar, Elbistan, Amasya ve Kayseri'yi ele geçirdiler. Ancak Baba İlyas yakalanarak, kale duvarına asılarak öldürüldü. Babailerin büyük çoğunluğunun kılıçtan geçirilmesi ve Baba İlyas'ın halifesi olan Baba İshak'ın öldürülmesiyle ayaklanma sona erdirildi.

Ayaklanmanın sona erdirilmesinden sonra Babai inancı etkisini uzun süre devam ettirdi. Değişik inançları bağdaştırarak ve içinde eriterek bir dinsel inanca dönüştü. Babailer Anadolu'nun değişik yerlerine dağılarak zaviyeler kurdular. İç ve Batı Anadolu'da ve 14. yüzyıldan itibaren Balkanlarda etkin oldular.

Böylece Anadolu Aleviliği, Baba İlyas ve Baba İshak'ın yolunu izleyen Hace Bektaş Veli ve Ahi Evren önderliğinde bağdaştırıcı bir karakterde gelişerek Bektaşiliğin ortaya çıkmasını sağladı. Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Bey'in kayınpederi Baba İlyas halifelerinden Şeyh Edebali idi.

Yararlanılan kaynaklar

Abdülkadir Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, Derin Yayınları, İstanbul, 2011

Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar, Timaş Yayınları, İstanbul

Ahmet Yaşar Ocak, Babailer İsyanı, Dergah Yayınları, İstanbul, 1996

Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007

Anton J. Dierl, Anadolu Aleviliği, Ant Yayınları, İstanbul, 1991

Claude Cahen, Türkler Nasıl Müslüman Oldular, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2007

Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. VII, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1988

Esat Korkmaz, Anadolu Aleviliği, Berfin Yayınları, İstanbul, 2008

İrene Melikoff, Hacı Bektaş - Efsaneden Gerçeğe, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1999

İsmet Zeki Eyüpoğlu, Alevilik-Sünnilik - İslam Düşüncesi, Der Yayınları, İstanbul, 1989

Bütün Yönleriyle Tasavvuf, Tarikatlar ve Mezhepler Tarihi, Derin Yayınları, İstanbul, 2000

Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması, Timaş Yayınları, İstanbul, 2013